Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Aralık 2010 Cuma

2B


Olmak istediğim yerde olabilmek için olmak istemediğim yerdeyim ve olmak istediğim yer olmamamın olabileceği tek yer.

29 Aralık 2010 Çarşamba

Exi"s"t -an-bul


İğdiş edilmiş bir hecin devesinin sarkmış taşakları kadar kocaman ve kof

Dağlanarak susturulmuş bir yanardağ ağzı gibi kendi içine kusarak haykıran

Palyaçonun, eğilip almaya çalışırken ayağıyla dürterek uzaklaştırdığı şapka gibi zavallı

Cafcaflı opera binasının kırmızı ,parlak ve "s" harfi neredeyse düşecekmiş gibi sallanan "Exit" yazısının arkasındaki beyaz,sessiz ve kimsesiz koridordaki dayanılmazlık kadar soğuk

30 Kasım 2010 Salı

El Clasico


Dün El Clasico gecesiydi..

Kimilerine göre dünya futbolunun zirvesi

Benim içinse bir sanat formu olarak futbolun kutsanması

Sporun ötesinde epik bir şiir..

İyi ile kötünün rutin mücadelesi

Sonuç son yıllarda klasikleşen şekilde bizim çocukların 5-0 lık ezici üstünlüğü ile sonuçlandı ama beni yazmaya iten şey daha çok "Katalan gururu"nun , adına futbol denip geçemeyecek şekilde "oldukları" ve "yaptıkları" şey..

Barca'nın rakibiysen sana neyin çarptığını anlamıyorsun,gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi paralize oluyorsun..Sakin bir saldirganlikla sürekli yükleniyorlar,11 kişi aynı anda bir bütün olarak düşünüp hareket ediyor,takım olmanın ötesine geçip neredeyse uhrevi bir "tek olma" durumu yaşanıyor.Sanki vücudu ayrı, beyinleri tek bir Siyam 11'izi var sahada

"Katil içgüdüsü" ne sahipler , saldırganlar ama asla öfkeli değiller.Sonuç ne olursa olsun gevşemiyorlar,disiplinlerini kaybetmiyorlar rakiplerine 10 atabileceklerse 10 atıyorlar ama rakibi küçümsemiyorlar öte yandan..Sahada eğleniyorlar ama rakipleriyle alay etmiyorlar..Disiplinliler ama asla mekanikliğe kaçmadan her anlarında bir sistematik yaratıcılık var.

Ve rakibi moralman yıkıyorlar, yaptıkları şey rakibi çaresizleştirerek parçalayıp çökertmek.Her rakip oyuncu buna kendi tıynetince cevap veriyor,kimi çirkefleşiyor,kimi öfkelenip tekme atıyor,kimi pes edip vazgeçiyor,kimiyse saygı duyup alkışlıyor..Ama sonuçta karşıda takım kalmıyor..Maç bittiğinde rakip parçalanmış bireyler topluluğu olarak kalıyor.

Barcelona futbol takımından her insanın,her takımın ,her organizasyonun öğreneceği çok şey var..

Bu yazıda tek bir birey ismi geçmiyor..Çünkü Barcelona adına sahada kimin olduğu çok da farketmiyor ya da rakip takımda hangi dünya yıldızının olduğu...

28 Kasım 2010 Pazar

Bir film izledim, midem bulandı !


Sevgili hocam,ağabeyim film eleştirmeni,sinema aşığı Erdoğan Mitrani der ki : "İnsan sevmediği filmi de izlemeli,düşünmeli ve tartışmalı "

Bu çerçevede son zamana kadar izlemeyi sağduyumla reddettiğim Türko-İtalyan yönetmenimizin filmlerini izlemeye başladım.

3.Durakta "Harem Suare" adlı filme gelince artık yazmadan duramadım..

Büyük sinema ustaları der ki " Sinema ,film bittiğinde de geçmeyen ve sizinle kalan bir duygu yaratma becerisidir".İşte bu açıdan bakılırsa bende yarttığı mide bulantısı ve kusma hissiyle bu anlamda müthiş başarılı bir film.

Hayatımda bu kadar çiğ bir oryantalizm görmedim. Harem tam da batı dünyasında algılanan, çarpıtılan ve yeniden pazarlanan eşcinsel ıslak rüyalarla, entrikanın buğulu bileşimi tadında verilmiş.

Yönetmenin kimliğiyle kesinlikle alakalı olmayan ,ama "kimlik sineması"na sıkışmışlığıyla ilgili meselem bu her anlamda pornografik filmle artık zirveye çıktı.

Saray erotizmi bir yana ,filme hiçbirşey katmayan pornografik sahneler var filmde.Özellkle Safiye'nin orgazm sahnesinin ucuz porno filmlerden tek eksiği dublajı...Gereksiz bir şekilde filme serpiştirilmiş bitmez tükenmez ve filme hiçbir anlam katmayan çıplaklık ve eşcinsellik..Hamamdaki sahnelerden tutun kıyafetlerde sürekli dışarıda olan memelere kadar...En azından Serra'nınkileri görmemiz şart mıydı !

İtalyan,Fransız ortak yapımı bu ucuz pornografik film tam da yapımcıların ülkelerinin anakronist duyarlılıklarına hitap eden salçalı ve kalçalı soslarla da süslenmiş..

Hele hele İstanbul'daki büyük köpek kıyımını " Hiçbir köpek diğerinden daha uzun yaşamaya cesaret edemedi" diye bir vıcık cümleyle romantize edişi var ki evlere şenlik.

Filmin keşke tüm sorunu, bu niyet sorunu olsa..

Maalesef sinema dili de şehzadenin ölürülmesini anlatırken zehirin elden elde geçirilerek işin içinde kimlerin olduğunu gösterecek kadar ,ortalama zekanın üstündeki seyirciye karşı hakaretamiz basitlikte anlatımlar içeriyor.

Netice olarak;

Makarna yiyelim,makarna kafalı filmlerden uzak duralım...

26 Kasım 2010 Cuma

Popüler Kültüre Sallamanın Vazgeçilmez Kolaycılığı


Bir Beyaz Türk fetişi, popüler kültüre sallamak ve bir entellektüel klişesi, popüler kültürün bizi yozlaştırması ..

Oysa kendiliğinden kötü olan hiçbirşey yoktur aslında, dengesiz,ölçüsüz ,sağlıksız tüketim ve kötüye kullanım vardır..

Mesela,

Silah öldürmez,silahi çeken parmak öldürür

Karbonhidrat şişmanlatmaz dengesiz beslenme şişmanlatır

Ekmek yemek salak yapmaz,protein ve kalsiyum almadan "sadece" ekmek yemek salak,raşitik ve şişman yapar

Ayrıca samimi olmak gerekir.

Nişantaşı cafe lerinde elde pembe şarap "gıybet "yapıyorsan,

Hayatı Ece Ayhan gibi, Cemal Süreya gibi Fikret Mualla gibi yaşamıyorsan

Kalkıp popüler sanata da durup dururken çakmayacaksın..

Popüler kültür aynı zamanda tek ve sığ demek değildir illa ki, bir anlamıyla seçkin ya da seçkinci olmayan demektir de...

O zaman örneklerle açıklarsak :

Tom Robbins: Popülerdir, zevkle okurum,beni geliştirir
Grange : Popülerdir ,zevkle okurum
Aşk diye kitap başlığı yapıp bir de hedef kitleye göre kapak yapanlar : Popülerdir, manipülatiftir, midemi bulandırır
Vampir kitapları : Popülerdir, çöptür

David Fincher sineması : Popülerdir,zevkle izlerim,sinema adına birşeyler öğrenirim
Star Wars ,Jaws, Usual Suspects vb : Popülerdir,zevkle izlerim
Arabesk,fantaaazi dünyasından sınıf atlarken 3,5 minare : Popülerdir, kaçarak uzaklaşırım
Vampir filmleri : Popülerdir ,çöptür

Popüler olanın da iyisi kötüsü,samimisi sahtekarı, lezzetlisi mide bulandırıcısı vardır..

Ve daha da önemlisi popüler kültürde de mühim olan boyutu değil işlevidir.

Bir sinefil aday adayının son derece kişisel eleştiri kriterleri


Öncelikle şunu söyleyeyim aşağıda sıraladığım kriterler "sevme-sevmeme" kriterleri değil "beğeni" kriterlerimdir..

Örneğin ekstrem örnekler vermem gerekirse minimalist sinemayı pek sevmem ,Fransız yeni dalga sinemasını sevmem , "bu gökkubbe altında anlatılmamış hikaye yoktur,mühim olan nasıl anlatıldığıdır" diyen İtalyan yeni gerçekçiliğini çok sevmem ama hepsine çok saygı duyar ve beğenirim.

Keza popüler sinemadan örnek verirsem Star Wars, Braveheart,Blues Brothers ve hatta Independence Day'i severim,oturur eğlenerek seyrederim.

Bunlardan dolayı taşlanmadan önce demem odur ki "sevmek" , "bir eğlence türü olarak sinema " parametresi, "beğeni" ise "bir sanat türü olarak sinema" parametresidir.

Öyleyse aşağıdakileri "eğlence için sinema" nın dışında tutarak sıralıyorum:

- Sinema bence "görsel hikaye anlatma sanatı" dır. O yüzden önce hikaye gelir.Anlatılan hikayede bir numara yoksa türlü biçimcilikler ,denemeler ve teknik yenilikler işi kurtarmaz

- Sinematografi filmin efendisi değil kölesi olmalıdır. Görüntü,ses,müzik vs ile beni manipüle etmeye kalkan bir film sinirlerimi ayağa kaldırır.

- Yetenek eserin kölesi olmalıdır.Sinema yetenek masturbasyonuyla üstümüze ego fışkırtmak değil eserle,izleyiciyi seviştirip beraber orgazm olmayı sağlamak için kullanılmalıdır.Bu sanırım müziğe de uyarlanabilir ,ne dersin Sertap ?

- Oryantalist bakış açısıyla "gereğini yapıp" ,tribüne oynamamak

- Samimiyet...Neysen o ol,samimi ol..Evrilmeye varım ama başkalaşarak devrilmeye hayır.

- Seyircinin zekasına saygı göstermek... Gösterdiğin objeye gereksiz zoom yaparsan,olması gerekenden üç saniye fazla kamerayı bir objeye fikslersen,hele hele seyirciye görüntüyle anlatman gerekeni,veya zaten anlattığını bir de konuşmayla anlatırsan,hele hele hangi duyguyu hissetmesi gerektiğini müzik vs ile dikte edersen kusasım gelir.

- Zeka hatırlanır olmak, çarpabilmek, iz bırakabilmektir. Dönüp filmi eline aldığında tüylerin ürpererek hatırlayabildiğin bir sahne,bir diyalog, bir fotoğraf bir birşey olmalı.Herhangi bir "şey"e tokat atmayan şeye ben tokat atarım.

- Sinema bir "statement" yapmalıdır. Çünkü sanatın işlevi budur.

- Statement yaparken bunu mutlaka yüksek bir "estetik" ile yapmalıdır. Çünkü iyi sanat için kişisel ön şartım "estetik" dir.

Hem sevdiğim hem beğendiğim filmleri sürekli ve düzenli olarak çeken yönetmenlerin başlıcalarını daha önceki yazımda yazmıştım..

Tanrı ,doğa ve tüm insanlık onlardan razı olsun..

23 Kasım 2010 Salı

İdolüm


Böyle bir adam ve böyle bir olay var mı ,yoksa bir şehir efsanesi mi bilmiyorum ama gerçek olduğuna inanmak hoşuma gidiyor.

Olay "Kim 500 milyar ister" 'in orijinali olan "Who wants to be a millionaire" in Amerika 'da yayımlanan versiyonunda yaşanıyor..

Nerd kılıklı genç bir delikanlı yarışmacımız..

Tüm sorulara sırayla hiç düşünmeden,neredeyse şıkları bile beklemeden cevap veriyor..
Ve ardından ekliyor "eminim,son kararım" .Dolayısıyla formatın,gerilimin vs nin içine ettiği için sunucu, arkadaşa sinirlenmeye başlıyor fena halde..

Birinci soru,üçüncü soru, beşinci soru derken bu böyle gidiyor..Tereddüt yok,duraklama, düşünme yok. Sunucu, yarışmacıyı yavaşlatmak,tereddüt yaratmak için ne yapıyorsa nafile..

Ne düşünüyor,ne "acaba" diyor ne de "yok seyirciye sorayım, yok arkadaşımı arayayım " joker haklarını kullanmıyor.

Abi sinir bozucu bir kesinlik ve hızla son soruya ulaşıyor.

Son soru her zamanki gibi çok kazık..

Yarışmacı bir an duraklıyor..

Sunucunun gözünde bir parıltı..

Yarışmacı " telefon joker hakkımı kullanmak istiyorum"

Sunucunun yüzünde pis bir zafer sırıtışı..

Yarışmacı annesini arıyor :

"Alo anne, eve bir milyon dolar getiriyorum !"

Telefonu kapatıyor.

Doğru cevabı veriyor ve ekliyor : "Eminim,son kararım "

Kadro ve vizyon - What's next ?


"Ordular ! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri ! "
demiş bir lider ve hedefi gerçekleştirmiş bir ordunun olması önemlidir.

Ama her zamanki gibi önemli olan "ayrıntı" dır.

Buradaki önemli ayrıntı ise liderin "hedefiniz" değil "ilk hedefiniz" demiş olmasıdır.

Sorun ise "ordular"ın "ilk hedef tamamdır Paşam, sırada ne var ? " dememiş olması..

PS : Bu siyasi ve askeri bir yazı değildir.İş yönetimiyle alakalıdır.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Bu cevabı ben vermek isterdim ama soru sorulmadı


Michael Jordan'a sormuşlar : Karşı karşıya gelmeyi en sevdiğiniz kişi kimdi?

Cevap : Ben !

"Karşı karşıya gelmek " anlamında kullanılmış İngilizce kelime neydi bilmiyorum ama Türkçe tercümeden yola çıkarak yorumlamak işime geliyor ve altına imzamı atıyorum..

- Aynada kendime ve içime bakmayı ve gördüklerimi seviyorum

- Kalabalığı sevmiyorum , az insan iyi insandır.

- Benim derdim kendimle. Sadece kendimle yarışır kendimle mücadele ederim.


P.S : Bu resmi özellikle tercih ettim..Gerçek Jordan atlayan zıplayan Jordan değil tutkulu ve azimli Jordan'dır çünkü benim için

24 Ekim 2010 Pazar

Punk


Geride bırakılması gereken kişinin geçmişi değil geleceğidir.

Çünkü geçmişin seni çoğaltır.

Beklentiler,kaygılar ve hırslarla dolu geleceğinin aksine...

Hafiflemek için


Dünyanın tüm dillerinde "ben" kelimesi kısacıktır.

Kendini fazla ciddiye almayasın diye

23 Ekim 2010 Cumartesi

Mostra-dam-us


Televizyon seyretme süremi oldukça kısıtladım.Artık istisnai durumlar hariç benden daha zeki veya daha bilgili birileri konuşmadığı sürece televizyon izlemiyorum..

Bunun bir istisnası olarak televizyon karşısında çöplenirken kanı mideye yardım etmesi için beyinden özgürleştirmek amaçlı olarak televizyonu açtım bu sabah ..

Haber kanallarımızın muhabirlerinden biri sokakta dolaşıyor ve Mostra-dam-us çiftine şu soruyu soruyor " 40 yıl sonra dünya nasıl olacak ?"

Kendini Futuristler derneği başkanı sayan Mostra abi hemen cevabı yapıştırıyor: "Dünyanın sonu gelecek kesin !" , yanındaki "ben bilmem beyim bilir Damus abla " durur mu hiç :" Ah ah zaten çoktan geldi " . Determinist futurism ,pesimist nihilizmle evlenmiş haberimiz yok..

Bunun üzerine spiker " ama hiç mi iyi şey olmayacak " diye sorunca ikisi birden "aa tabii olmaz mı? cahillik bitecek herkes üniversite mezunu olacak ," diyor..

Ee güzelim iki saniye önce kıyameti indirdin yeryüzüne şimdi istek parça gelince neden oyun havası söylüyorsun ?..

En güzel insan "bilmiyorum" deyip susan insan !

Buyurgan embesilleri protesto çağrısı


Uzun zamandır pazarlama iletişiminde dikkatimi çeken faşizan bir söylem var..

Çeyrek ekmek içi akıllı reklamcılar bana ekranlardan buyruklar yağdırıyor :

Dışarı çık !

Durma !

Hayatı yakala !

Sinirlen...

Küfret...

Ağzıma .ıç

Üstelik ben o kadar zavallıyım ki bu yaşam tarzı direktiflerini boktan bir otomobilden veya bir kot pantalondan almam gerekiyor...

3 yaşımdaki kızım bile "Baba televizyonu aç" dediğinde ona "açar mısın" demeyi öğretiyorum ,bu yavşak densizlere nasıl konuşmaları gerektiğini öğretemedim.

En intimate anlarda edilgen çığlıklarla söylenen motivasyon cümleleri dışında tüm emir kiplerinden nefret eden biri olarak herkesi protestoya çağırıyorum..

Mood advertising bir boka yaramıyor canım kardeşim..

Tamam ürünün boktan ve farklılaşamamış ama sen yine de bana komut vereceğine otomobilin tekerleğinden, pantalonun kıçından bahset...

11 Ekim 2010 Pazartesi

Nosce te Ipsum


Doğaüstü bir güç seç kendine..Bir süper kahraman ol..
Ölümsüzlük , uçabilmek, geleceği görebilme ,şekil değiştirme ,görünmezlik..
Sınır yok..
Ne istersen..

Ve sonra o güçle ilk ne yapacağına karar ver
Fazla düşünmeden ..Dürüstçe

İşte sen osun.

Alla beni ..buzla beni ..al koynuna yar..


Hoşgörüsüzlük pompalayın damarlarımıza..

Şiddet püskürtün üzerimize..

Cahillikte yüzdürüp,kültürsüzlükte boğun bizi.

Yavşaklıkla yıkayın..

Yavanlıkta eritin.

Kanser gibi tüm hücrelerimize yayın rezil ve düşkün maskaralıklarınızı,seviyesizliklerinizi...

Suratımızı tokatlayın her gün,yücelttiğiniz zorbalıkla..

Ve sakın ha..aman ha.. ihmal etmeyin filmlerde sigarayı buzlamayı..

Sağlıklı nesiller adına..sağlıklı toplum uğruna..

Beynimiz tahta..

Kanımız zehir...

Yüreğimiz taş..

ve püfür püfür akciğerlerimiz

Haydi hep beraber : orman ne güzel..ne güzel..

Samimiyet - Kusturica üzerine serinkanlı bir eleştiri


1-) Kitleler için performans yapan biriyseniz, ister sporcu ister sanatçı isterse siyasetçi olun yuhalanmayı saygıyla kabul edeceksiniz..Alkışlarla besleniyorsanız yuhalanmak da bunun bir parçasıdır. Kabullenemiyorsanız eğer, en hafifinden olgunluk eksiğiniz vardır en ağırından ise samimiyetsizsiniz.

2-) Alkışınızı ve yuhalamanızı,övgünüzü ve yerginizi ister duygusal,ister siyasi isterse estetik/sanatsal açıdan yapabilirsiniz..Ama alkışı yalakalıktan ,yuhalamayı ise siyaseten prim yapmak amacıyla yapıyorsanız samimiyetsizsiniz

3-) İstediğiniz dine geçebilir,istediğiniz adı seçebilirsiniz ama isminizi Nemanja'ya çevirip bundan nemalandıktan sonra festivallere Emir adıyla katılmaya devam ediyorsanız samimiyetsizsiniz

4-) Yaşamınızı siyasi bir şova çevirip,1993 yılında Sırbistan'ın aşırı milliyetçi lideri Vojislav Seselj'i Belgrad'ın merkezinde, güneşin tam tepede olduğu saatte, Seselj'in seçtiği bir silahla düelloya davet ediyorsanız, 1995 yılında da Belgrad Uluslararası Film Festivali'nde Yeni Sırbistan Hakları Hareketinin lideri Nebojsa Pajkic'i yumruklayarak yere deviriyorsanız; "benim sanatıma bakın kardeşim " diyemezsiniz..O zaman samimiyetsizsiniz

Ne faşist,sahtekar,ahlaksız ,kriminal sanatçılar gördü insanoğlu bugüne kadar..Kusturica listeye bile giremez...Demem o ki esas sorun bu değil..

Benim gözümde uzun yıllardır beş para etmez Kusturica, ama iki nedenden :

1-) Samimiyetsiz olduğu için
2-) Müthiş bir sanatçıdan 1993 yılı sonrası filmleriyle bir soytarıya dönüştüğü için

Ama ben kendi adıma onu yuhalamıyorum..

Zamanında "Dolly Bell'i Anımsıyor musun ?" ve "Babam İş Gezisinde" yi çekmiş bir adama kişisel tarihim adına kıyamıyorum...

Balkanların toprağından çıkıp önce "Bal" sonra ne yazık ki "Kan" olduğu için ona sadece şunu söylüyorum Ferenc Molnar'ın Nemecek'inden esinlenerek:

git nemanja kusturica..ebediyen küçük harflerle..

9 Ekim 2010 Cumartesi

Mü - cevher

Aklın kocamandı
..ben çok küçüktüm

Göğüslerin kocamandı
..dünya çok küçüktü

Yüreğin kocamandı
..ben çok büyüdüm

Ondine


Gecenin içinde yalpalayarak süzülen eril gemileri kayalıklarda parçalayıp yutmak için göz kırpıyorum

Sen diplerdeki midyelerimi dişlerinle açıp incilerin suyunu tadabil diye

Rüzgarın zırhıyla kaplı zarları senin için yuvarlıyorum

Tamamlanabil diye..

Nefes

Beynimdeki karıncaların paydos zilini çaldığı

Kaygı imparatorluğunun kahverengi bayrağıyla sümüklü burnunu silip kendini feshettiği

Gözlerimdeki akıncıların ıslak çoraplarını çıkarıp ,ayaklarını sobaya karşı uzatarak iç geçirdiği an

Uykuya dalmadan önce yüzümü,küçük yüzüne yastık yaptığın zaman

3 Ekim 2010 Pazar

Sssshhh !!

Ş...
Türkçe'nin haylaz rakkasesi..Ablası S nin aksine ıslak ve yaramaz ergen kız..
Kuyruklu yalanların coğrafyasındaki kuyruklu yılan..

Ve başına hakim bir Şahin gibi konduğu sözcükler :

Şiir :
Sanatların en melankoliği- ki Kierkegaard'ın dediği gibi : Melankoli,hayata karşı takınılan estetik tutumun simgesidir.

Şefkat :
Erdemlerin en beklentisizi...

Şarkı :
Dokunmadan aşk..

Şükretmek :
İlerlemenin tek yolu bulunduğun noktayı severek terketmektir

Şans :
Audaces fortuna juvat (Şans cesuru sever) - Virgilius

Şölen:
Çatlak filozoflar sofrası

Şarap :
"In vino veritas" ama ona muhtaç olmadan "gerçek" olabilirsen şarabın efendisi olursun ancak

Şafak :
Kızıl ,buğulu ve ürpertici başlangıçlar

Şeytan :
Hep,yeniden ve sürekli kovulmayı göze alan umursamaz isyankar

ve en güzeli ,en sevdiğim, en gerçek olan..

Şehvet : Kendisinin ta kendisi..

22 Eylül 2010 Çarşamba

Sindel - ella


Geceyarısı balkabağına dönüştüğümde
Kendini serper misin üzerime ?

18 Eylül 2010 Cumartesi

Devlet Tahvili ..Hazine Bono'su



U2'ya gitmedim...

Keçilerin zor ulaştığı,koyunların otlayacak çimen bulamadığı,eteklerinde olimpik farelerin kadastro rakunlarıyla seviştiği kaf dağının ötesine kondurulmuş stadyum kılıklı garabette olduğu için değil sadece...

15 yıldır müzik namına hiçbirşey yapmadıkları için..

Bu gerekçeyi öne sürenlere "merak da mı etmedin be kardeşim" diyen oynak magazin gazetecisine peşinen söyleyeyim ben "merak " konusunda da bunun kafiyelisi konusunda da kendisi gibi istekli biri değilim..

Açıkçası Bono denen arkadaşın devrimci sanatçı falan değil sadece "insan hakları bezirganı" bir madrabaz olduğunu düşünüyorum. 10 gözlüğüm olsa birini vermem kendisine..

Zaten o da tıynetini hem "köprüyü açın bana ben dünya yıldızıyım" oryantalizmiyle hem de Nuran Sultan'ı oynatarak "oryantal"izmiyle gösterdi

Araya tabii bir miktar "yigidim aslanım "da attırdı..



Konsere giden eş dost temelde üç şey söyledi "konser nasıldı " sorusuna
1-) eve sabah 3'te vardık ulan !
2-) Ay sahne 360 dereceydi vallahii
3-) Yuhaladık herifi...

Madem tüm yorumlar bu kadardı o zaman vaktiyle ismi "hadi sen de" olan şimdiyse ancak "ellere var da bize yoh mu" olabilecek bu gruba ,"Dünyanın en iyi rock grubu diyenlere" ben de kırmızı i-pod'umdan "hadi ordan" diyorum...

Yıllarca insan hakları bıdı bıdı efsaneleri yaratıp sonra da "Türkiye'ye daha önce gelmememizin tek nedeni parasal konuları halledememizdi" açıklamasını yapan tıfıl kardeş için son sözü Tom Robbins'den alıntılıyoruz:

" Sırf iyi siyaset yapıyor diye kötü sanatı kabullenmek,tavuk beslemek için kuğu öldürmeye benzer"

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Kaos - Taviani Kardeşler


Paolo ve Vittorio Taviani kardeşlerin 1984 yapımı başyapıtını sonunda gecikmiş olarak seyrettim..Üzerinden bir gece geçti ve hala etkisindeyim..

Luigi Pirandello'nun 4 öyküsünden ve bir prologdan oluşan tam 188 dakikalık müthiş bir film.Aslına bakılırsa bir de "Kuzgun " başlığı atılabilecek bir prolog var.Öyküler aslında birbirinden bağımsız görünse de hepsi Sicilya'yla ve onu bize sunan boynuna çıngırak takılmış Kuzgun'la bağlanıyor..

Her zaman olduğu gibi filmi anlatmak yerine beni etkileyen sahneler ve bazı küçük notlar ve yorumlar :

- Filmi kesin evde seyredin (zaten gösterecek sinema nerede ya..) ,tercihen her bölümden sonra bir 5-10 dakika durup kafa patlatarak..

- Kaos, Pirandello'nun doğduğu ve muhtemelen öldüğü evin, villanın herneyse onun adı..

- Prologdaki "kuzgun" çok önemli..Çünkü sadece açılışta değil tüm bölümleri sunan bir unsur ve bu kuzgunun ne olduğu konusunda yorumlara açım.Yuvasından sökülen ve Sicilya'nın üstünde uçup bize hikayeyi anlatan yazarın kendisi olabilir.

- Sade ve neredeyse şiddetli görkemiyle Sicilya görüntüleri ve Nicola Piovani'nin hem lirik hem tüyler ürpertici ve görüntüleri kavrayıp ,besleyen mükemmel müziği

- Taşlar..toplanan,atılan,inşa edilen,yıkılan,fırlatılan,yuvarlanan,kafa vurulan,duran taşlar..Taştan başka hiçbirşey yok ki..

- Toz toprağın içinde küçük bir mermer adasında duran ve etrafı şehvetli bir delilikte kutsanarak temizlenen yatak ve kutsananın kirletilmesi

- Ağanın sevgilisinin görkemli yatakta değil ayakucundaki küçük yatakta uyuması

- O kurtadam ama ben de fakirim !..

- Kapitalizm ve kilisenin sembolu olan küp..Kapitalizme vurulduğunda kilisenin ses vermesi bence sinema tarihinin en büyük buluşlarından biri.

- Kilise ve kapitalizme karsi ayinsel ayaklanma..yine taslarla ustelik!.. Kambur ve sefil, asil ve soytari "nitelikli işçi"nin önderliğinde üstelik... Kendisi sayesinde kendini tutsak alani egemene kırdırtarak

- Mezar başında saygıyla ve sessizce ölmeyi beklemek

- Pencereden içeri meyve ağacıyla giren vahşi ve güzel doğa

- Ölü annenin "güçlü olmanın anlamını" ölü elleriyle anlatması

- Ölünün ardından ağlanması onu düşünmekten değil onun artık sizi
düşünmemesindendir.Var olmak algılanmaksa eğer ,ölü olan degil yaşayan gerçek ölüdür artık, seveni tarafından algılanmadığı için

- Ve bence tüm zamanların en mükemmel sahnelerinden biri : Sünger adasindan koşarak denize inen beyazlar içindeki kalın kaşlı ve çelik gibi azmiyle bakan güzel gözlü kız

Film bence sinemaya uyarlanmamış, sinema olarak yaratılmış bir tragedya !

Kürk Mantolu Madonna


Sabahattin Ali kitapta Alman şairi Kleist ile sevgilisinin beraber intiharlarından bahsederken "Kadının göğsünde ve erkeğin kafasında birer tabanca kurşunuyla,yan yana uzandıklarını görür gibi oluyordum " diyor..

Neden kadın göğsüne(kalbine), erkekse kafasına kurşun sıkarak intihar eder(di) ? Kadınla erkeği eşitlemenin ötesine geçip aynılaştırmaya çalışan 20.yüzyıl akımlarının tersine eski zamanlarda insanlar kadının yaşam pınarının kalbi ve onun temsil ettikleri,erkeğinse beyni ve onun temsil ettikleri olduğunu kabul ettikleri (bildikleri ? ) için mi?

Yoksa ölü bir kadının bile yüzünün güzelliğine zarar gelmemesi arzusu (bilinci ?) mu?

30 Temmuz 2010 Cuma

Post hoc ergo propter hoc



Bundan sonra geldiğine göre şunun yüzünden " anlamındaki ,yani A,B'den
önce geldiği için B'nin nedeni olmalıdır diyen mantıksal yanılgı."Çocuğum
akıllı çünkü karnımdayken hep Mozart dinlettim "saptamasi yanlıştır çünkü
iki durum arasinda bağıntı yoktur.Çocuğun akıllılığının Mozart bilen(yani
egitimli ,öyleyse muhtemelen akıllı) ebeveyne sahip olmasina bağlı olması
daha olasıdır.

Yukarıdaki paragrafı bir mizah/felsefe kitabından alıntıladım.

ama katılmıyorum:

Çünkü mesela karnında çocuğa Mozart dinleten ebeveyn bunun yerine Serdar Ortaç dinletseydi bir süre sonra beyin erimesi sonucu kendisi gerizekalı olacak ve çocugu iyi eğitemeyecegi icin çocuk akıllı olmayacaktı.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Ay vallahi çok Ömür'sün şekerim !...

"Hayvanlar için soyunurum" demişsin..

Hayvanlar için yapacak başka birşey bulamadın mı ?

Soyunasın geldi de mazeret mi arıyorsun ?

Sen soyun ,bak "hayvanlar" nasıl geliyor peşinden..

Soyunacaksan mesai arkadaşın gibi canın istediği için soyun bari.

Hayvancıkları bu işe karıştırma

Yok hayvanlar için birşey yapmak istiyorsan doktora söyle hayır konseri düzenlesin...

Ya da iki barınak ziyareti yap da oradaki gariban hayvanların eksiğini Gedik'ini tamamla...

Ama hakkını teslim edeyim ,tam iki gün süren şanlı J.Lo direnişini alkışlıyorum bak !..

Futbolun Commandante'si


Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu kimdir diye tartışılır hep..

Pele, Backenbauer, Cruyff , Maradona,Messi...

Ama benim ilgimi daha çok çekenler futbolun aykırı dahileridir..

Serseri George Best

Çılgın Eric Cantona

Devrimci Breitner

ve içlerinde belki en farklısı Filozof Socrates !..

tam adıyla

Sócrates Brasileiro Sampaio de Souza Vieira de Oliveira

Adamın adında gerçekten Socrates var ,diğer birçok Brezilyalı yıldız gibi lakabı değil..

Felsefe ve tip doktoru

1.93 boyunda ,saçı sakalı,bandanasıyla karizmanın vücut bulmuş hali

Corinthians ve Brezilya milli takımının kaptanı

Takim arkadasi Zico ile beraber dunya kupasi kazanamamis en buyuk iki Brezilyalı oyuncudan biri..

82 Dünya kupasında ,kalecilerin yüz karası adi batasica Valdir Peres ve Brezilya'nın yetiştirdiği gelmiş geçmiş en kazma santarfor Serginho yüzünden Rossi'nin hat trick yaptığı maçta Italya'ya 3-2 yenilerek elenmişlerdi..Futbol izleyicisi olarak masaya vurmak suretiyle elimi yaraladığım iki maçtan biridir.Diğeri için bkz (bu sefer keyiften) 3-0 'dan 4-3 kazanılan maçtır a.k.a "o röveşatalarınızı....."

86 Dünya kupasında dramatik penaltılarda Fransa'ya kaybettiler..O maçta iki penaltı ustası Socrates ve Zico penaltı kaçırdı..Gerçek bir dramaydı..Oysa ne güzel atardı penaltıları Socrates yerinden kımıldamadan,durarak...

Zaten durmayı koşmaya tercih ederdi..Açık açık dillendirdiği felsefesi "Koşan oyuncu düşünmez,düşünen oyuncu koşmaz " idi 8 numaranın..Daha sonraları çubuklu forma giyen iki aykırı 8 numaraya daha hayran olmuştuk...

Zaten hatırı sayılır miktarda alkol ve günde iki paket sigarayla fazla koşası da yoktu...

Milli takımda 60 maçta tam 22 gol attı orta sahada oynamasına rağmen

Estetik topuk paslari,sahada olan biten herşeyi görmesi ve oyunu okumasıyla meşhurdu

Çocukluk kahramanları : Fidel Castro, Che Guevera ve John Lennon idi..Che Guevera'ya da fena halde benzerdi sima olarak..

Corinthians'in maçlara " Democracia" yazan formalarla çıkmasini örgütlemişti dönemin baskıcı iktidarına karşı..

Takımda tüm kararlar demokratik oylama ile alınırdı..

Antrenman programı ve transfer politikasi dahil..

Takımın masörünün oyu Brezilya milli takımın kaptanının oyu ile eşitti

Kulüp başkanını da demokratik oylama ile seçtirmeye çalışmış, "Yapmazsanız ülkeyi terkederim " demiş,olmayınca Italya'ya gidip bir sezon sonra "çok sıkıldım " diyerek koşa koşa geri gelmiştir

50 yasinda Ingiltere'nin Garforth Town takiminda bir aylığına player/manager olmuş,sadece bir maçta yedekten girip 12 dakikacık bile olsa oynama deliliğini göstermiştir.

Şu anda kırlaşmış sakalıyla gazetelere,dergilere ve blogunda futbol,ekonomi ve siyaset yazıyor

Ve hala sahada kazanmanın detay olduğuna inanıyor.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Über Alles ??

Nijerya asıllı Aogo..
Gana asıllı Boateng
Brezilya asıllı Cacau
Turk asıllı Mesut ve Serdar
Tunus asıllı Khedira
Polonya asıllı Klose , Podolski ve Trochowski
Ispanyol asıllı Mario Gomez
Bosnalı Sırp asıllı Marko Marin

Bu 11 futbolcu hangi takımda beraber oynuyorlar bilin bakalım ?

Almanya Milli Takımı !!!

Irkçı değilim ,kafatasçı hiç değilim...

Kulüp takımı düzeyinde yabancı oyuncu sınırlamasının 1 numaralı muhalifiyim..

Ama başarı için her yol mubahtır anlayışının milli takımlara kadar yansımasından da nefret ediyorum..

Almanlar bu işi yıllardır basketbolda yapıyorlardı..İlk 5'lerinde bir tek Alman oyuncu olmayan milli takımları mola aldığında kenarda aralarında İngilizce konuşuyorlardı..Şimdi futbolun da cılkını çıkardılar..

Her ne olursa olsun başarı için, kariyerle,şöhretle parayla ikna ettikleri,kandırdıkları artık ne derseniz o yolla oynattıkları oyuncularla..

Ve sen Jerome Boateng kardeşim, dünya kupasında öz kardeşine karşı, Gana milli takımına karşı Almanya forması giyerken ne hissettin ?

Taras Bulba'nın Andrey'i kardeşi Ostap'a karşı, Zaporojye Kazaklarına karşı, babasına karşı kılıç kuşandığında bunu aşkı uğruna yaptı.

Senin gerekçen neydi ?

Geldi geçti Sonisphere 2010 ...


Bu sene tası taragı toplayıp Avrupa'nın anlamsız bir kasabasına gitmemize gerek kalmadı çok şükür..Böylece sevgili konser dostlarım da gece yarısı uyurken suratlarına hapşırmam ya da sabaha karşı hırsız zannederek höykürmek suretiyle üzerlerine atlamam gibi güzel tecrübeler yaşamak zorunda kalmadılar..

Siyabend sağolsun Sonisphere 2010 Istanbul'a allah ne verdiyse toplayıp getirdi..Rahmetli Dio 'nun vefatı yüzünden Heaven&Hell gelmedi ama bu vesileyle eski toprak Accept'i dinleme şansına sahip olduk..

Cuma akşamı abuk uluslararası toplantıdan koştura koştura konsere yetiştim bavul eve.. ben Inönü'ye şeklinde.Elbette Süpermen vs Clark Kent formatında uygun kıyafete yolda bürünerek..

Pentagram ve Alice in Chains'i maalesef kaçırdım ama Rammstein sahne performansında doruğa çıktı her zamanki gibi..Sahnede adam yakıldı o kadar yani..Eifersuct ve Mein Teil çalmadılar gerçi ama canları sağolsun..

Cumartesi Manowar ve Accept günüydü..Manowar nedenini anlamak mümkün olmayan bir inatla eski baba şarkılarını çalmasa da yine yeniden dünyanın yaşayan ve performansa devam eden en büyük metal vokalisti Eric Adams'ı boyalı saçlarıyla da olsa yeniden izlemek müthiş bir eğlenceydi..Joey Di Maio'nun kulaktan aldığı sufleyle uzun uzun Türkçe konuşması ve ona buna sataşması da cabası.."Other bands play Manowar kills "..diye böğürdük bol bol...

Accept'i tanımayan bilmeyen ergenler büyük ayıp ettiler Manowar'dan sonra çıkarak ve gerçek bir efsane grubu kaçırdılar..Adamlar çalabilecekleri ne varsa çaldılar..Balls to the wall,metal heart ve hatta gaz metal şarkıları compilation'imin ilk sırasındaki Fast as a Shark ve mukemmel Princess of the Dawn...Yetmedi Bolero'yu coverladılar..yetmedi In the Hall of the mountain king çaldılar.."Bu neydi yahu çocuklar" soruma "Beetlejuice" cevabını veren sevgili genç dostlarımı da Odin'e haval ediyorum..

Bunca fiziksel işkence yetmiyormuş gibi hem cumartesi hem pazar sabahı ağır sporla yüklendiğim bedenimi Pazar 14.00'de İnonü'ye attığımda belim bana "jubile yap ey sahip" demeye başlamıştı bile...

Anthrax'la girizgah yaptıgımız Thrash Metal'in Big four'u zirvesi, acıların efsanesi Dave Mustaine babanın Megadeth'iyle devam etti..Tam 40 dakika sound check yapıp yine de ne gitarı ne vokali ayarlayabilmeyi becerebilen gerizekalı ekip yüzünden gitarını amfiye geçirtecek kadar babayı delirten rezalete rağmen çok iyi performanstı..

Megadeth bittiğinde bizim de anamız mutlu ve mesut bir şekilde ağlamıştı ve Slayer'i tuvalet merdivenlerinde serilmek suretiyle dinledik..400 TL bayıldığımız sahne önü biletleriyle boş tribünde dinlenmemiz "yassah hemşerim " zihniyetiyle engellenmişti her nedense ve orada stat görevlisi, " Sibel Can ne zaman çıkacak bey" bakışlı hanımı ve aile efradı yayılıyordu..Böylece uluslarası metal festivaline de oriental ve ahbap çavuş ve dahi "ben kural koydum oldu,yersen gardaş" sosunu da eklemiş olduk..


Metallica..her zamanki gibiydi..Geçen sene seyirciyle diyalogunda saçmalayan James abi de bu sefer andropozdan çıkmıştı..Performans süperdi, playlist şahaneydi..Ah bir de Nothing Else Matters'siz ve çakmaksız Metallica konseri de dinlesek...

Festivalden akılda kalan notlara bakarsak...

- İlk günkü post toplantı üstü uçak yolculuğu gerginliğiyle geldiğim konserde pogocu ergenlere girmemize engel olup arkadaşlarına göbek geren "buffer birader"

- "Mehmet Sindel'in sevdiği şarkılar" formatında yaptığım karışık "best of metal" cd'imde yeralan şarkılardan 4'ünü canlı dinleme orgazmı : Du Hast - Rammstein , The Four Horsemen - Metallica , Symphony of Destruction ve Peace Sells...- Megadeth

- Birçok grubun Dio'ya rahmeten Heaven & Hell'i çalması.

- Big 4'un Sofya'da TV çekimi için hep beraber " Am I Evil" 'i terennum edip bizi beklentiye sokması ve beklentimizin boşa çıkması

- 24 saat süren bel ve sırt agrısı ve ses kısıklığı...

- Evrim'in yüzünde Buster Keaton bakışıyla ,sigarasını gözüne sokmaya çalışan kızın bileğini kavrayıp,sigarasını elinden alıp yerde ezmesi..Kızın yanındaki rahmetli Bahadır Akkuzu'nun yandan yemişine benzeyen oğlanın arkasına dönüp bizim ölümcül bakışlarımızı görmesini müteakkip " sevgilim adamlar haklı " demesi..Bir ilişkinin bitmesi ve biraderin festivalin diğer günlerinde yeni bir kız arkadaşla görülmesi

Artık geriye Iron Maiden ve AC/DC kaldı..Ya Türkiye'de ya da deplasmanda göreceğiz mutlaka ve sonrasında ben artık tribüne çıkıyorum yaş haddinden emekli olarak !..

30 Haziran 2010 Çarşamba

Butterfly Effect

Yanlış coğrafyada,yanlış mevsimde çoğalmış bahtsız ve çaresiz kelebeklerin istilasına uğradık . Karnımızda kanat çırpan kelebekleri özlerken...

22 Haziran 2010 Salı

Çarşıdan aldım bir tane...

Necip Türk takımlarından birinin yöneticisinin basın açıklaması : "Quaresma olmasaydı Maicon'u alıyordum"

Quaresma piyasa değeri 7 milyon euro civarında olan Portekiz milli takımı kadrosuna çağrılmayan ,yeteneklerini asla sergileyememiş,birgün oynama ihtimali sevilen "bir ziyan olmuş yetenek" ;

Maicon FIFA dünya sıralamasında 1 numarada bulunan Brezilya milli takımının ve Sampiyonlar ligi şampiyonu Inter'in yıldızı ..Piyasa değeri yaklaşık 40 milyon euro ve Real Madrid ,Inter'den alabilmek için deliriyor..

Hadi çeşitleyelim :

- Evde portakal bitmişti yoksa LCD TV alacaktım

- Pasaportumun süresi dolmuş yoksa Obama'dan makas alacaktım

- First we take Manhattan then we take Berlin (Leonard Cohen'i bu maskaralığa alet ettiğim için özür dilerim)

- İstediğim rengi tutturamadılar yoksa Lamborghini alacaktım.

- Çocuğun okulu olmasaydı Eflak ve Boğdan'ı alacaktım.

- Sayı saymayı bilseydim Matematik'ten 10 alacaktım

- Alaturka tuvaleti olsa Boğaz'dan yalı alacaktım.

Yıllardır hep söylerim " the good,the bad and the ugly" 'nin "ugly" siydiniz ...

Artık revize ediyorum;

"The good,the bad and the funny !"

21 Haziran 2010 Pazartesi

Kaytan vuvuzelamı sürsem nerenize !

Bitirdiniz sonunda !

Güzel oyunu bitirdiniz..Pelelerin,Kempeslerin, Platinilerin, Cruyffların,Maradonaların oyununu..4 yılda bir gelen bayramımızı bitirdiniz !

Tribunlerin gol sesini bile arı vızıltılarına kurban ettiniz

Her sene abuk subuk aerodinamik yapıda tasarladığınız, maçlar başlarken zoomladığınız , top denen kanlı canlı varlığa tecavuz edip ,adına Jabulani dediniz.

"Enteresan" bir şekilde "bloklar arası baglantı" kurdurup "huni şeklinde alan daralttınız"..Güzel futbolu beğenmeyen ama kafası kesik tavuklar gibi koşan "fiziği kuvvetli" adamlara övgüler düzen "platform düşücü " yorumcu bozuntularıyla içimizi daralttınız..

Globalleşeceğiz ,paraya para demeyeceğiz diye Korelere ,Güney Afrikalara dünya kupası vererek
futbol kültürünü maskara ettiniz

"Alt-üst", "iddaa" derken midemizi alt üst ettiniz

Simon Kuper "Futbol asla sadece futbol değildir " demişti..Sayenizde artık futbol futboldan başka herşey oldu..

Ama allahın tokadı yok !

Tüm pespayeliklerinize rağmen Latino rüzgarı esiyor ve endüstriyel futbolunuzun üzerine tüm zerafetiyle kabus gibi çöküyor...

Ve mavi beyaz çubuklu giymiş o küçük raşitik çocuk tüm bu maskaralıklara rağmen kalbimizin bayrağını taşıyor...

15 Haziran 2010 Salı

Slowhand İstanbul'da


Yıllardır beklediğimiz Eric Clapton'ı sonunda eski dostu Steve Winwood'la beraber misafir edebildik.

Çakmakperver Türk seyircisinin istek şarkılarından Wonderful Tonight 'i çalmasa da benim açımdan son derece tatminkar bir perfomans oldu. Wonderful Tonight'i en yakın arkadaşı George Harrison'ın karısı Pattie Boyd'u merdivenlerin başında görüp çarpıldığında yazdığını ,sonra da en yakın arkadaşının karısını ayartıp evlendiğini bilseler "ıyy tıynetsiz ,şerefsiz adam" derler ya neyse..Bu arada "Layla" da bu tavşan dişli patates suratlı ablaya yazılmıştır..Neyse "Layla" yı çaldı da seyirci isyan etmedi.

Blues /rock köklerine dönüp harika bir playlist seçmiş.Bol bol solo atarak gerçek rockseverleri mest etti.Ayrıca " Hello İstanbul, i love shish kebap,raki " olaylarına girmeden sadece "Thank you " diyerek "size saygım var ama yalakalık yapmam işimi yaparım "duruşuna da şapka çıkarıyorum..

After Midnight, Crossroads ve tüylerim diken diken Cocaine dinledim .Böylece bucket list'e de bir çentik attık..Gerçi bir "Little Wing" ve " Sunshine of your love" da çok iyi giderdi ama sonuçta ortak bir konser olduğu için şarkıların yarısı doğal olarak Steve Winwood'unkilerdi..

Bir de konser sırasında Suada'dan patlatılan havai fişekler yüzünden adama ayıp oldu diye seyirci çok utandı sıkıldı.Ah benim mahçup burjuvazim ah..Slowhand'in de çok penasındaydı sanki..Adam neler görmüş geçirmiş ne ortamlarda çalmış üç beş çatapatı mı takacak...

Bak ne diyeceğim Eric,bir daha gelişinde önceden haber ver benim berber Davut'a götüreyim seni..Ne öyle lepiska saçlar..Yakışıyor mu adama...

10 Haziran 2010 Perşembe

Noi Albinoi - Biraz sıkış ben de geliyorum o kapağın altına..


Dagur Kari adlı elma yanaklı 73 doğumlu İzlandalı kardeşimin ilk filmi..

17 yaşından beri topladığı malzemeyi sağdan soğdan topladığı kendi deyimiyle "oyunculuktan nefret eden oyuncularla" bol miktarda emprovize yaparak çekmiş..Ki bu oyuncular arasında arkadaşları,balıkçılar,marangozlar hatta eski öğretmeni de var..Filmin müziklerini de kendi grubuyla yapmış..Bir de utanmadan Hitchockvari bir kısa rol vermiş kendisine ama neyse ki itiraf ediyor..

Otobiyogrofik öykü değil ama hayatının negatifini yapmış..

Zamansız bir film yapmak istemiş ve sonuna kadar da başarmış..Aslına bakılırsa film İzlanda filmi ama İzlandalı filmi değil.Yani İzlanda'da geçiyor ama beyaz geceleri,alkolden başka sığınacak şeyi olmayan umutsuz insanları anlatmıyor Baltazar Kormakur filmleri gibi..Bu anlamda mekansız bir film olduğu da söylenebilir..Al bu filmi karlar altında Montreal'e koy pekala yadırgamadan seyredersin..O anlamda evrensel denebilir.

Noi karakteriyle kaçıp kurtulmak isteyip kaçamıyorsunuz,onunla beraber yer altındaki sığınağına saklanıyorsunuz..Bir nevi kendi dışlanmışlığınızın konsantre hali o çocuk..

Bir de kırmızı slayt makinesi var çocuğun.Benim de küçükken aynısından vardı ve tek izlediğim Orman çocuğu Mowgli'nin resimleriydi..Hikayeyi bilmez ama resimleri çok severdim.39 yaşında kurabiyem sayesinde artık ezberledim Mowgli'yi ,Ayı Balou'yu, Kaplan Sherkan'i....Kırmızı slayt makinesi de filmde çıktı karşıma...

Adının anlamının "mezarlık" olduğunu bu filmle öğrendiğim Kierkegaard'la açılan film, mezarlıkta çalışan Noi'yle devam ediyor ve sonunda tamamen bir mezarlığa dönüşen evi ve dünyasıyla bitiyor.. Mezarlıkla ilgili kendisinin bile farkında olmadığı bir saplantısı var yönetmenin.

Film boyunca pastanın üstünden tutun, duvar kağıdına kadar heryerde "cennet"i simgeleyen palmiyelere özlem var..

Sonunda olabilecek en koyu felaket olup da özgürleştiğinde ,bir oh çekip Küba'nın dalgalarını o çocukla beraber ruh serinliğiyle izleyebiliyorsunuz...Filmin sonunda da koşarak sıcak bir diyara gitmek istiyorsunuz

ve çok başarılı sahneler :

- Parçalanan piyano ,"bunda müzik yok" Nick Cave'e gönderme...
- Sigara içmeyi öğretme sahnesi "amen"
- Kan kazanı ve döküldükten sonraki baba ve babaanne
- Bankadan para çekmenin iki yolu
- Pompalı tüfekle uyandırma (allahtan benim annem sadece havuç sıkma makinesi kullanırdı)
- Mayonez yapma üzerine Fransızca dersi (mukemmel absurd bir sahne)

Filme bir göz atılmasında fayda var velhasıl kelam..

Bu filmden sonra iki tane daha yapmış..Başıma dert aldım şimdi onları da bulup seyretmek lazım

2 Haziran 2010 Çarşamba

Fena halde kişisel bir KAL-kedon

Rıhtımdaki boğa heykelini gördüğünde sağlık ocağında aşı olacağını anlayıp korkudan annenin elini sıkmaktı Kadıköy

Sıcak yaz akşamlarında korkunç arabesk müzikler, herbiri farklı imla yanlışıyla yazılmış "maaşallah"lar ve mor yanar döner ışıklarla bezeli minibüslerle gidilen,Platin'de bilardo oynadıktan sonra yürüyerek yokuşlarından sahiline inilen ve orada seyyar satıcıdan nohut pilav yenen yerdi Kadıköy

Teri üzerinde kurumuş gömleğin ve henüz terlememiş bıyığınla içinden odun parçaları çıkan Maltepe sigaranı içerek Moda'ya yürümekti Kadıköy

Karlara bata çıka kaçtığın Bomonti'de bin kere demlenmiş çaydan onlarca bardak içerek "kız almadığın" "Rıfkı'yı soktuğun " yerdi Kadıköy

Annenin "oğlum" diyerek hazırladığı köfteli ve turşulu yarım ekmeğin içinden yatılı ve aç ve öfkeli arkadaşların tarafından çalınan köftelerine isyan ettiğin,büyüdüğünde isyanından utandığın yerdi Kadıköy

Sınıfta öğretmen "bunu yapan çıksın" dediğinde bütün sınıfın tek tek ayağa kalkıp "ben yaptım" diye Spartacus'e öykündüğü yerdi Kadıköy

İlk yumruğu yediğin,ilk zafer çığlını attığın yerdi Kadıköy

Çocuk girdiğin erkek çıktığın yerdi Kadıköy

18 Mayıs 2010 Salı

Ormanda Fantom diye seslenin o sizi bulur !


Her konuda en iyi olması için yetiştirdiğiniz oğlunuz ilkokul çağına gelip de kitap okumazsa ne yaparsınız ?

Bir gün işten "kamping"e elinizde çizgi romanlarla gelirsiniz "bunlarla alışsın bari" diye..

Gerçi o çocuk kısa süre sonra Balzac'ın Vadideki Zambak'ını, Kafka'nın Şato'sunu falan okuyacaktır.Hatta ergen asiliğiyle Das Kapital'ini iki cildini birden eve getirip size "eyvah " dedirtecektir ama o çizgi romanları açıp ,Il Grande Blek'in sarı saçlarını savurarak kadidi çıkmış kukuletalı İngiliz zarganalarını haklamasını gördükten sonra uzuunca bir süre hiçbirşey okumayıp bu dünyayı ona açtığınıza pişman edecektir sizi..

Ne bilgisayar vardı o devirde ne de 192 kanallı uydu yayını..Sadece siyah beyaz televizyonda şiirler okuyan Necdet Evliyagil..."Çocuk kalbi"yle eğitilmiş , Er Nemecek'le "erkek" olmuştuk ..Artık sırada "vurdulu kırdılı, gerçek birşeyler "vardı..

Büyük kahramanlar !

En çok kimleri mi sevdim :

Mr.No : Delikanlı adamdır.Yalnız adamdır.Gerekirse dayağını da yer,kadınlardan paparayı da..Ahlaksızdır,ayyaştır ama paraya zırnık önem vermez..Yıllar sonra onun kullandığı piper'a bindim Amazon üzerinde..Puxa vida ! diye bağırdım ama uçağın kumanda paneline tekme attırmadılar maalesef !...

Mandrake : En uçuk kaçık ve bir o kadar naif abimiz..Xanadu'daki evin hastasıydım..Bir de meşhur düşmanlarından "8 çetesi" ve "Kil Deve"'nin..Hep bir Kristal Küpüm olsun isterdim ama olsaydı aklımda yapacak birşey yoktu..Inter Intel'in gizli giriş çıkışlarının, bilinmez bir yerdeki sihirbazlık akademisinin hayranıydım..Adam boru değil..Koskoca galaksi imparatoru Magnon'un kankasından bahsediyoruz...Gizliden gizliye kötü kardeş "Derek"'i de severdim nedense...

Conan : Barbar-hırsız-paralı asker- kral..Ne kariyer yapmışsın be Kimmeryalı..En çok albüm kapaklarında bacağına dolanmış yarı giyinik ,ayva göbekli afeti devranlarla sevdik seni..Aynı travmayı yıllar sonra bir kuşağın zihinlerinde onulmaz yaralar yaratan Jubba the Hut'un zincirlere bağladığı Prenses Lea'yla da yaşayacaktık haberimiz yoktu...Bir de ablamdan fırça yerdim bu herif yüzünden "Konan değil o Conan. Kimmerya'da İngilizce mi konuşuluyor sersem çocuk ! " diye

Baltalı İlah Zagor : Ahyaaakkk ! diye bağırarak mahalleli çocuğun kafasına sopayı indirdim mi ? İndirdim.Her çizgi roman geyiği açıldığında Çiko'nun tam adını "Çiko Felipe Cayetone Lopez Martinez Gonzales" diye söyleyerek başım göğe erdi mi ? Erdi . Turkcell her boku bilen numaralar servisini " Zagor'un gerçek adı nedir söyle bakayım ? Patirck Wilding. Aferin. " diye test ettim mi ? Ettim. Pişman mıyım ? Değilim..

Kaptan Swing'i sevdim..İlk göz ağrısı Çelik Blek'i Rodi'ye rağmen sevdim.Tombraks'ı bile hatta hatta Yüzbaşı Volkan'ı bile (Hakikaten var mıydı "Kıbrıs'ta vuruşanlar" diye bir hikayesi yoksa bu da şehir efsanesi midir bilmem..) sevdim.

Bir labunya kılıklı Tommiks'i zerre kadar sevmedim-ki sonradan orijinal isminin "Capitan Miki " olduğunu öğrendimde olay netleşti- bir de ne idüğü belirsiz Zembla'dan tiksindim.

Amma velakin içlerinde en çok Ölümsüz Ruh Fantom'u sevdim :

- Abuk Kızılmaske tercümesi bir yana (Yahu adamın maskesi siyahtı bir kere) Fantom bir tanedir !
- İlk fantom "Bütün hayatımı korsanlık,haksızlık ve zalimlikle savaşmaya adıyorum.Oğullarım da benim yolumdan gelecek " demiştir ve oğullar da ikiletmeden lafını dinlemişlerdir yüzyıllardır
- Fantom 10 kaplan gücündedir.
- Ormanda Fantom diye seslenin o sizi bulur
- Fantom herkesle anladığı dilden konuşur
- Uçağa köpeği Şeytan'ı almayan hostese her seferinde " Şeytan köpek değil kurttur" der..Bunun üzerine hostes bir şekilde ikna olur.
- Bir elinde iyilik yüzüğü öbür elinde kurukafalı kötülük yüzüğü vardır.Kurukafayı yiyen kötü adamların iflahı kesilir.O kurukafa da çeneyi neyle yıkasan ömrü billah çıkmaz.
-Pardesüsünü,sivillerini giyip şehire indiğinde Kit Walker adını kullanır.
- BM'de çalışan Diana Palmer'la evlidir ama az görüşürler..Bir tür ex-pat hayatı diyebiliriz
- Favorim asırlardır el değmeden saklanıp korunmuş eşsiz Fantom hazineleri ve aile arşividir..Birşeye takıldığında açıp atalarının arşivine bakar.İlim irfan sahibidir
- Kurukafa mağarasında taştan tahtında oturup mağrur mağrur bekler.Oradan oraya koşuşturmaz
- Şehre indiğinde yerde yatar hem de yastıksız..Benim en anlamadığım da bunu nasıl yapabildiğidir..Bu yaşıma geldim heryerde uyudum ama yastıksız asla !..
- Çevrecidir.Eden adasına gider kafa izni yapmaya.Orada kendi evcilleştirdiği binbir tür hayvan barış içinde yaşar.Aslanlar ceylanları falan asla yemez..Sevgili Kerem kardeşimin her önüne gelene sorduğu en ağır soru olan yunuslarının adı "Salomon ve Nefertiti"'dir.Bunu bilirseniz ağır saygı görürsünüz

Tüm baba kahramanları silahlarından,sihirlerinden arındırsan; güç kuvvet,karizma dövüşüne soksan finale Fantom'la Conan kalır...Sonunda da David Goliath'i yener şampiyon Ölümsüz Ruh olur..

Çizgi roman kahramanları binbir türlüdür.. güçleriyle, zaaflarıyla..kimisi birini sever kimi ötekini..

Ama hepsinin tek bir ortak özelliği vardır : Düşene asla vurmazlar. Merttirler delikanlıdırlar..
Bir yere gireceklerse kılıçlarını çekip erkek gibi girerler..

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Gümüş Dağın Zirvesindeki Adama Ağıt


Bugün küçük dev adam Ronnie James Dio öldü

Üsküdar'da Paşakapısı cezaevinin karşısındaki ceviz içi kadar dükkanında milyon kadar plağı olan eski baterist Tümay abi'nin orada tanışmıştık kendisiyle..Adamın elini bileğinden kavrayıp acıtıncaya kadar sıkardı Tümay abi..Keferenin "firm handshake" dediğinin kralını yapardı..
Üç kuruş harçlığımızdan artırır kaset doldurturduk.Kasetlerin kaplarına kanlı baltalardan yaptığı kendi çizimlerini koyardı Tümay abi.Birşeylere kızgındı hep ama anlamazdık niye.Karışık kaset asla rock raconuna uymazdı ! Ama kasetin sonunda kalan boşluğa albüm dışından özel istek tek parça serbestti.Plakların, o asla ulaşamayacağımızı düşündüğümüz parlak yüzlerini okşar, arka yüzdeki şarkı sözlerinin fotokopisini çektirirdik yandaki kırtasiyecide...Çirkin saçlarımız,korkunç kemikli gözlüklerimiz ,saçma kılıklarımız, herşeyi hayretle beğenen çocuk saflığımızla...

Efsanelerini yitiren bir kuşak olmaya başladık bugün..Bugünün geleceğini konuşalı o kadar az oldu ki üstelik..Sırada kim var acaba ? İnsanın zihni varmıyor düşünmeye...

Gün gelecek dostlarını yitirmeye başlayan kuşak da olacağız elbette ama insan tokat yemiş gibi oluyor

Rock'ın en ufak tefek,en güleryüzlü ve kesinlikle en duru sesli ilahlarından birini iki kere canlı izleme şansına sahip oldum.Biri Istanbul'da kendi grubuyla,diğeri de geçen yaz Heaven and Hell (aslında Black Sabbath) kadrosuyla Belçika'da Graspop festivalinde...

Teşekkürler Ronnie James Padavona!

Kill the King için
Holy Diver için
Man on the Silver mountain için
Sixteen century greensleeves için
Catch the Rainbow için

Rainbow'un adını "Ritchie Blackmore's Rainbow " koyan Ritchie bile albumun arkasına kendi isminin üzerine yazdı : "Ronnie James Dio /Vocals " ..

Tüm zamanların en büyük rock vokalleri listelerine hepimiz 1.sıraya seni yazdık da 2.'yi tartıştık sonra..

Devil's Horn'un mucidi "Kutsal dalgıç " ,mekanın sen neresi istiyorsan orası olsun !

Az önce '77 On Stage konser plağını koydum pikaba..15:40 dakikalık balladınla uğurladım seni.Ritchie 'nin gitarı sonunda sustuğunda sen "make it shine for you and I " diye haykırıyordun...O sırada gökkuşağını senin için yakaladım.

Yıllar yıllar önce geceleri sen "catch the rainbow" derken dökmediğim iki damla gözyaşını da sana helal ettim.

Uğurlar ola...

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Mezbaha Manifestosu !

İş hayatı üzerine yazıp yazmamak konusunda çok tereddüt yaşadım..Bir yandan "ukalalık etmeyeyim" endişesi, öte yandan "Liderin takım Çantası" gibi kitaplara olan mesafeli yaklaşımım ("Çanta güzel ama takımlarda iş yok be abi "gibi aykırı düşünceler) derken "neysen,ne düşünüyorsan onu yaz "yönlendirmesi bu konuyu da bir nevi "başkalaştırarak" beni özgürleştirdi..

Evrenin sırrını vermeye kalkmayacağım.Sadece yaptığım veya yapmaya gayret ettiğim şeylerin listesi..işte Mezbaha Manifestosu !...

- Kimse senin için çalışmıyor.Herkes sadece "kendisi" için çalışır."What's in it for them" i anlatmadan ve "önemli hissetirmeden " kimseye birşey yaptıramazsın
- Samimi ol, "delikanlı" ol
- Eşitlik yoktur adalet vardır.
- Demokrasi yoktur meritokrasi vardır
- Saygı bilgiden beslenmeli , eylemle beslemelidir.."Bey" ler "hanım" lar bir boka yaramaz..korkuyla iş yaptırılmaz..dalkavuk saygısından hayır gelmez..
- Kendi inanmadığın şeyi başkasına hele hele tüketiciye üfürme
- Tüketicinin cüzdanını değil kalbini kazan
- İt gibi çalışacağına masanda tembelce faydalı ve farklı şeyler düşün...Ormanın kralı aslandır karıncalar değil..
- "Not invented here" kompleksi yapma..Çatalı sen icat etmedin diye elinle yemiyorsun
- Enkaz devraldık söylemi yapma,ayıptır.Gün gelir sana yaparlar canın acır.
- Rakibine bok atma
- Bağlılık bir işyerinde uzun süre çalışmak değil çalıştığın sürece benliğini,ruhunu ve emeğini vermektir
- Herkes seni seviyorsa bir işe yaramazsın
- Kimse seni sevmiyorsa bir işe yaramazsın
- Her savaşı kazanman gerekmiyor.
- Hiyerarşi karar alma yetkisi ve sorumluluğu içindir.Başka hiçbir şey ifade etmez.
- Pusu kurma gerekirse düello yap
- Adam satma,ekibini hiç satma
- Aynı suçun iki cezası olmaz
- Hata yapan hata yaptığını biliyorsa ve söylüyorsa ona kızma
- Umursamazlara tahammül etme
- Övgüyü toplum önünde yergiyi teketek yap
- En iyilerle çalış ki seni yukarı itsinler
- "Paralysis by analysis yapma" .Just do it !
- Ekip başarır,lider çuvallar
- Keep it simple and stupid..Ya da Einstein'in dediği gibi "Things should be done as simple as possible,but not any simpler"
- Açık ve direk ol..Bkz bir kere daha Can baba giriyor burada devreye..
- Kötü kar/iyi kar vardır..İyi kar müşteriyi severek yapılır,kötü kar da düzerek..ikincisi çok uzun sürmez
- Do not overpromise
- Yapacağım dediğini yap
- Gittiğin yere tüm ekibini taşıma.Güvensizlik göstergesidir.
- Sunumlarına harika başla,harika bitir.Arayı istediğin gibi doldur.
- Hep aynı şeyi ,aynı şekilde yaparak farklı sonuç alamazsın
- Gemileri yakma ama aynı nehirde iki kez yıkanma
- Ürününe aşık olma,bir gün onu öldürmen gerekebilir
- Sen kendi ürününü kullanmak istemiyorsan kimse kullanmaz
- Bir arkadaşına en fazla 5-6 kelimede ürünü/fikri satamıyorsan tüketiciye de satmaya kalkışma
- Ayrılman gerektiğinde ayrıl
- Sabırsız ol,rahatsız ol.Hayat,rekabet,müşteri çok hızlı..
- Parametrelere uyma ,parametreleri tanımla

Nefret ettiklerim - Kaptanın seyir defteri bölüm 4

Sanırım bu başlıkta daha çok kayıt olacak:-)

- Juia Roberts - Birkaç arabanın yanyana park edilebileceği faraş ağzıyla güzellik tasladığı yetmiyormuş gibi bir de tek oyunculuğunu aslında en samimi şekilde sevinmesi gereken Oscar ödül konuşmasında vıcık vıcık sergilediği için...a.k.a Freaky woman

- Hani bir tonton bıyıklı amca vardı..Tüyü bitmemiş yetimden tutun hayat kadınlarına kadar herkesin Robin Hood'uydu sonra birden kasadan dolarlar çıkınca kayboldu gitti,odalarda ışıksız kaldık..

- Ugg. Giymeyin giydirmeyin.Kadını çirkinleştirmek için gay modacıların yarattığı şey.

- Bono . 10 yıldır müzik namına birşey üretmedin be adam..Pembe gözlüklerini satsak kaç aç çocuğu doyururuz ?

- Kadın göbeğinden sushi yiyen Müslüm Gürses ve onu protesto için kadın göbeğinden kebap yiyen arabeskçi abi..

- Kendi sesiyle bile oynayamayıp televizyon dizisinde oynadığı karakterin karizmasının üzerinden sınıf atlayan arabesk gülleri

- Bu oranlarla vergi verirsek batarız diyen Kobi patronu..Karın azalınca batmazsın güzelim..Olsa olsa garsoniyerin kirasını ödemekte zorlanırsın

- Kaybeden ya da loser değil; looser diyenler.Sensin gevşek..

- Şahan İvedik

- Kazanılan maçtan sonra "benim gol atmam önemli değil,takımın kazanması önemli " deyip kaybedilen maç sonrası "çok basit goller yiyoruz" diye pisliği takım arkadaşlarına atan santrafor

- "Yabancı oyuncu sayısı sınırlansın" , "X artık kariyeri için yurtdışına gitmeli " ve "Türk takımları Avrupa'da neden final oynamıyor" söylemlerinin hepsini birden savunabilen futbol yorumcuları.

- Ağlayan çocuk resmi

- Kahvaltıya gitmeden önce beş şezlonga havlu,don,taş vs. koyan aile annesi

Aforizmalar

Kendinden vazgeçmemenin tek yolu herşeyden vazgeçebilmektir.


Tren yolculuğu huzurludur ,çünkü raylar dümdüzdür ve rutin seslerle kaplı yolculukta etrafındaki insanlar sadece akıp giden telefon direkleridir.


Özgürlük kendi vücut saatinle uyanabilmek,mutluluk kafanı yastığa koyduğunda uyuyabilmektir.


Neye güldüğün aklının ,neye ağladığın kalbinin derinliğini gösterir.


Önümde durmazsan yolum sana çıkar.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Yedinci Kıta - Haneke


Haneke üzerine yazmak ne kadar büyük bir zevkse bir filmini seçmek de o kadar büyük bir ızdırap..

Kendini tekrar etmeden aynı habis toplumsal yarayı kurcalamasını ustalıkla becermiş bir adamın filmlerinden birini çekip çıkarmak neredeyse Sophie's Choice gibi birşey.

Yedinci Kıta'yı seçmemin nedeni de o yüzden çok basit..Çünkü ilk Haneke filmi..

Toplam 5 yıl içinde çektiği, Benny's video (çoğu derin Hanekeseverin aksine fazla sevemedim.tamam anladım,takdir ettim ama sevemedim) ve 71 Fragments of a chronicle of chance (ki muhteşem ve devrimci bir filmdir ve en iyi Haneke filmleri listemde üst sıralarda yer alır) ile birlikte "Glaciation Triology" nin ilk filmi..

"Buzlaşma üçlemesi " ne mükemmel bir isim değil mi !..Haneke basitçe buzlaşmayı anlatır işte.. Haneke deyince akla şiddet gelir,rahatsızlık gelir ama aslında en büyük derdi modern toplumla, buzlaşmış ilişkilerle ,çürümüş orta sınıfladır..

Elbette şiddet her filminde vardır ama şiddeti hiç "kullanmaz"..Ona göre şiddeti göstererek şiddete vurmak bir tür pornografidir çünkü..Bunun birkaç istisnası vardır elbette ..Cache'de kesilen boğazı ve fışkıran kanı gösterdiği sahne gibi ..Funny Games'teki birkaç sahne gibi..Ama esas yaptığı şey şiddeti gösermek değil şiddeti hissettirmektir..Bu nedenle film bittiğinde şiddeti retinanızda değil karnınızda hissedersiniz ve bir sonraki Haneke filmine kadar geçmez o karın ağrısı...

Haneke'nin iyi bir filmden anladığı, cevaplar vermek değil izleyiciye sorular sordurmak ve onu düşünmeye itmek için rahatsız edici bir düzeyde provoke etmektir..İzlediği en iyi filmin Passolini'nin " Salo...Sodom'un 120 günü " olduğunu söyelemesi belki bunu çok daha net anlatır. ( bakın ben bu filmi izlemeyi 2.bölümün başında bıraktım..kimseye de tavsiye etmiyorum..isteyen "sinema nereye kadar gidebilir" diye izleyebilir midesi kaldırdığınca..)

Biliyorsunuz filmin konusunu anlatmak adetim değil..

Bu filmde "yok aslında ben böyle değilim ve olmam" duygunuza saplanan tornavidayı hissedeceksiniz..Film sırasında "durun ! " veya "neden ?" diye haykırmak isteyen burjuva ahlakçısı üstbenliğinizle "hadi devam " diye bağırmayı arzulayan sadist ilkel benliğinizin çelişkisini hissedeceksiniz..İzlemekte olduğunuz ruh vandallığına şaşıracak,üzülecek,isyan edecek,öfkelenecek,reddedecek ,sorgulayacak ve son olarak tüm bu duygularınızı kabulleneceksiniz..."Self destruction "mi "social destruction" mi daha hakim ve korkunç diye bunalacaksınız.

Bir ailenin fertlerinin birbirine yabancılaşmasını üç ayrı bardakta üç ayrı diş fırçasıyla anlatmanın basit çarpıcılığı karşısında tüyleriniz ürperecek

O nedenle alın size filmle ilgili küçük, minik lezzetler :

- Haneke filmi festivale yollarken yapımcısına şunu söyler " Seninle iddiaya girerim,üç sahnede seyirciler dışarı çıkacak : Balığın öldüğü sahne, çocuğun öldüğü sahne ve paraların üzerine sifon çekildiği sahne" Yapımcısı birinci ve ikinci sahneyi kabul eder ama üçüncü sahnede insanların çıkmayacağını savunur..

Sonuç: Haneke 1 - Çürümüş orta sınıf ahlakı 0
Burada durup sözü ustaya verelim " film sırasında insanların dışarı çıkması iyidir.bir etki yarattığımı gösterir..elbette herkesin birden çıkmasını istemem tabii. "

- Filmin müziği yoktur..Müziği kullanmayı ve filmi müziğe (aslında herhangi başka birşeye de ) yaslamayı bir zayıflık olarak görür Haneke..Ha gerekirse müziği filmde başrol oynatır o ayrı...(bkz The Piano teacher)

- Bu filmi yapmaya toplu intihar eden bir ailenin gazete haberini okuyunca karar vermiştir..Mutlak bir realisttir Haneke..

- Kamera bazen anlamsız detaylara saplanır kalır..Sanki kameraman o an dalıp gitmiş ya da büzüşüp kalmış gibi...

Yaşadığınız şeyin sapına kadar bir distopya olduğunun yüzünüze çarpılmasını istiyorsanız bu filme gidin..

Ya da seyretmeyin ve gücünüzün yetmeyeceği gerçeklikle yüzleşmenin çaresizliğinden kurtulun.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Film karesi olarak Tom Waits şarkıları..at suratlı ayyaş aziz


Şarkıların sözlerini hiç okuyup dinlemem..Aslolan melodinin ve ritmin bende yarattığı duygudur..

Temptation :
Kalabalık ve geniş bir cadde..kalabalıklar gri..tepede güneş sımsıcak,turuncu...kadın adama doğru yaklaşıyor...arabaların kornaları susuyor..kadın mosmor giyinmiş..adamın gözleri kıpkırmızı..bir köpek ağzındaki ekmeği düşürüyor..köpek bembeyaz..adam kör oluyor

I'll be gone :
Adam kimin olduğunu bilmediği balıkçı sandalının halatını çözüyor.üzerinde paçası sıvanmış bol bir pantolon var sadece..havada ağustos sıcağı..sırtüstü sandala uzanıp durgun denizde süzülüyor ellerini başının altında kavuşturup yıldızları koklayarak

New coat of paint :
Kadın karmakarışık,terden sırılsıklam olmuş tek kişilik yatakta hala uyuyor.adam camı açıp mayıs sabahı esintisiyle yorgun kaslarını geriyor..hiçbir şeysiz bir günün sıcak kahvaltısını hazırlamaya başlamadan önce şarap kadehinin üzerindeki ruj lekesini göğsüne siliyor

Dead and lonely : Gece trende sessiz bir kompartıman..yabancı bir kadın bacaklarını koltuğa uzatmış..dışarıda kar yağıyor...adam kafasını kitabından kaldırıp kadının çıplak ayağına usulca küçük bir öpücük kondurup kadının üstünü örtüyor üşümesin diye ve kaldığı yerden kitabını okumaya devam ediyor.kadın gözlerini ilk defa adamdan yana çeviriyor ...kitabın kapağında kadının portresi var.

Big in japan :
Adam bardan yeni çıkmış..paltosunun yakası yukarı kalkmış..hafif ,pis bir yağmur çiseliyor..ucunda külü uzamış son sigarası ağzında..az önce barın tuvaletinde bar sahibinin genç ve barbi kılıklı karısını becermiş..adımlarını hızlandırsa iyi olacak...

Karanlık taraftan us masturbasyonu

Asla hikayeleşmemiş ,senaryolaşmamış ve -laşmayacak; muhtemelen de yanlarına yenileri eklenmeyecek doğmamış çocuklarım :


Birinci karakter : adam evinin bodrumunda anahtarı sadece kendinde olan mahzeninde kürdan parçalarından devasa bir kasaba inşa ediyor.planı bu dev eseri bitirmek, sonra kibritten kasabasının içinde yatarken kasabanın ve kendisinin üzerine benzin döküp yaşam eseriyle birlikte ölmek. Gündüzleri postanede memurluk yapıyor, akşam eve geldiğinde felçli erkek kardeşini yedirip içirip temizliyor ve onunla sohbet ettikten sonra mahzene inip kürdandan evler, arabalar, ağaçlar, istasyon, gar ve tren yapiyor ..Sonra kanser olduğunu öğreniyor ve her gece aynı rutini yaptıktan sonra sarhoş olup sızana kadar içiyor..bunu duyan felçli kardeşi her akşam ağabeyi sızdıktan sonra emekleyerek ve sürünerek mahzene inip hicbirşeyi kırıp dökmeden ağzıyla tek bir kibrit çöpünü çekip onu korumak icin bu eserin bitmesine izin vermiyor...

İkinci karakter :Kaza sonucu çocukluğunda sağır ve dilsiz kalmış olan ve insanların bu yüzden hep alay ettiği ve bu nedenle insanlardan nefret eden ve onlara zarar vermek icin saatlerini kurcalayıp zamanı yanlış bilmelerini sağlayıp hayatlarını mahvetmeye calışan ve sadece bu işe yaradığı zaman mutlu olan bir "saat seri katili"

Üçüncü karakter : Hergün başka ve yeni bir şarkı dinliyor.İçinden bir cümle seçiyor. En anlamlı cümle olması gerekmiyor.Ve her aksam ayni saatte aynı bara gidiyor ve her gece bir yabancının yanına gidip ona bu cümleyi söylüyor...Çoğu zaman hiçbirsey olmuyor bazense bu cümle ona dostluk,öfke, sevişme, alay edilme, övgü ya da dayak olarak geri dönüyor.Ertesi sabah bir daha o şarkıyı asla dinlememek ve bir daha o insanla tek kelime etmemek üzere uyanıyor

Sevmek üzerine bir kafa karışıklığı

İnsan sevdiğine acı çektirir ve acı çektirdiğinden nefret eder.

Sevmek aslında sevilme arzusu ve ihtiyacıdır ve bu arzu her şart altında sevilmeyi ve mutlak tahakkümü talep eder.Bu yüzden acı çektirerek ve buna rağmen sevgi talep ederek sadist bir tahakküm kurar "sevilen" in üzerinde ve bu kaçınılmaz olarak suçluluk duygusu yaratır ve suçluluk duygusu kadar nefret etmez insan hiçbir duygudan.Çünkü suçluluk duygusu kendini sevdirmez sana ve sevilme ihtiyacının "0" ıncı ve vazgeçilmez nesnesi kendisidir insanın.

Sevilmek için sevdiğinin seni sevmesi yüzünden kendini sevemez olursun.

Bunun içindir ki sevginin nefrete dönüşmesi bir klişe değil diyalektik bir gerçekliktir.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Antichrist - Lars von Trier


İlk yorum yapacağım film blog'a da adını veren Antichrist..Son bir senede izlediğim sayısız film arasında mideme en sert yumruğu atan 4 filmden biri olduğu için..Diğerleri Haneke'nin 7.Kıta'sı, Zyganitszev'in Dönüş'ü ve Reha Erdem'in Kozmos'u...

Filme korku -porno diyenler var..

Feminist manifesto diyenlerle kadın düşmanı ilan edenler neredeyse eşit sayıda..

Cannes'da büyük protestolarla karşılandı, hatta ciddi ciddi yuhalandı.Yetmedi filmin premierinde gerizekalı bir gazeteci Lars abiye "bu filmi neden yaptığınızı bize justify etmelisiniz" diye hesap sordu..Üstüne bir de Cannes ekümenik jürisi ki sprituel ve humanist değerleri yücelten ödüller verir bu filme bir anti-ödül verdi !

Sırf bunlar bile filmi benim için bir cazibe kaynağı yapıyor.

Açıkçası Venedik ya da Berlin festivallerinin aksine Cannes'a hep ikircikli bakarım..Evet Cannes'dan iyi film de çıkar ama mutlaka bir altını yoklamak gerekir Fransız zihniyetinin..Bu vesileyle ekümenik jüriye selamımı "sprituel ve humanist değerler" ödülümü Cezayir'de işkence ve soykırım yapan Fransız paraşütçülerine adayarak vermek istiyorum...

Filmde aşırı şiddet var diyenlere : Evet rahatsız oluyorsanız sizi yan salondaki duygusal komediye alalım.Üstelik yanınızdaki püriten kız arkadaşınıza çaktırmadan Jennifer Aniston'in bacaklarına bakabilirsiniz

Filmde pornografi sınırlarında gezinen cinsellik var diyenlere : Sizi de yatakta çarşafın erkeğin karın hizasında kadınınsa göğüs hizasında örtülmüş olduğu Sandra Bullock ablanın filmine alalım...

"Şşştt Ömür sen gitme bak ayıp oluyor bu işten ekmek yiyorsun !"

Filmi burada çözümlemeye kalkmayacağım çünkü bir Hanekeperest olarak sinema konusunda herkesin filmi kendince yorumlama ve çözümleme hak ve sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
Yine Haneke 'den alıntılarsak -ki bir takım aklı evveller sinemaya ve sinemada şiddete bakışları yüzünden Trier'le Haneke'yi 180 derece zıt eksenlere koyarlar -iyi film adamı çarpan filmdir..Eğer bir filmden çıktığınızdaki ruh haliniz girdiğinizdekiyle aynıysa boş yere iki saat harcadınız demektir..

Antichrist adamı çarpar, midesini,beynini,kaslarını darmadağın eder.Yetmez ,geçici süreyle iğdiş eder..Özellikle epilog ve prolog'uyla adama "sinema budur" dedirtir.İddia ediyorum tüm sinema tarihinin en sağlam girişi bu filmdedir..(Peki ama saving private ryan ya da once upon a time... diyenlere de eyvallah diyorum)

Filmi anlatmayacağım ama size seyrederken ve sonrasında tadını çıkartabileceğiniz bir kaç küçük keyifli detay,haytalık,trivia etc...:

- Lars abinin ebeveynleri nüdist yahudi...
- İlk filmini 11 yaşında çekmiş
- 1995 yılında annesi, ölüm döşeğindeyken, Trier'in babası olduğunu düşündüğü kişinin aslında babası olmadığını açıklamış. Bir kaç görüşme sonucunda, gerçek babası kendisiyle konuşmayı reddetmiş ve bunun üzerine Trier geçmişine karşı çıkarak, Katolikliğe dönmüş.
- Trier bir süredir her yıl Avrupa'nın bir ülkesinde sadece 3 dakikasını çektiği bir film çekiyor.Proje 33 yıl sürecek !.. Dikkat manyak çıkabilir alert'u veriyoruz tam burada..
- Filmde cehennem yaşanıyor..Ormanın adı Eden :-)
- Filmi çekmeye başlamadan kısa bir süre önce iki ay tedavi olduğu akıl hastanesinden yeni çıkmış yönetmenimiz.
- "She" rolünde önce Eva Green'i düşünmüş..İyi ki de anlaşamamışlar.Charlotte Gainsbourg harikalar yaratmış..
- Şeytan'a tapanların sembolü olan "ters haç" dişilik sembolü olarak kullanılmış..
- Tilkinin "Chaos reigns" dublajını Trier bizzat kendisi yapmış
- Filmi Tarkovski'ya adadığı için Tarkovski severler ayaklanmış durumda...Bayılıyorum bu tellaktan homoseksuel olmaz diye ayaklanan hamamcılar odası duyarlılıklarına...
- "She" antichrist tamam..Peki "he " rolundeki William Defoe hangi filmde oynamıştı : The Last Temptation of Christ " :-)

Son olarak: sinema bence " görsel anlatı sanatı" dır...Bıdı bıdı milyonlarca lafa boğulmuş görselliği olmayan birşey istersem tiyatroya giderim..

Bu film de dibine kadar... kanına,iliğine ,sümüğüne ,sidiğine,irinine ve spermine kadar sinemadır ...

Rahatsız olsanız da Can baba'nın dediği gibi " Bu memlekette göte göt denir hakim bey "

Bu filmi neden mi yapmış Trier ? Bence tek yanıt : canı istemiş..

Yürü be Lars !.. Delir delirebildiğince...

Çağcıl Aforizma

Kopya DVD izlemek, "I have to give Brandon a lift " cümlesinin " Brandon'a bir kriko vermem lazım" şeklinde tercüme edilmesine katlanmayı haketmek demektir.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Nefret ettiklerim - Part 3

* Güce tapanlar
* Kazanmak için elinden gelen tüm çabayı göstermeyenler
* Kaybetmeyi bilmeyenler
* Sabahları traş olmak
* Alarm sesiyle uyanmak
* Soğuk
* İsteğim dışında ıslanmak
* Bakımsız kadın
* Yazın çorap giymek
* Beklemek,bekletmek
* Püritenlik
* Aşırı hijyen saplantısı
* Pozitif ayrımcılık
* Dedikoducular
* Haset çekenler
* Kifayetsiz muhterisler
* Pusu kültürü
* Düşene bir tekme atanlar
* Benim adıma karar vermeye kalkanlar
* "Sıkıldım hep bunları mı konuşacağız"
* Kasıntılar
* İşime karışanlar
* Kabadayılık
* Feodalite
* Töre
* Ağır abiler
* Eklektik yemekler ( i.e rokoko soslu kaz ciğerli revani)

Nefret ettiklerim -bir avazda Part 2

* Ağır düşünen,ağır konuşan, ağır hareket eden insanlar
* Şiddet (her türlüsünü) uygulayan herkes

Nefret ettiklerim - bir avazda...Part 1

* Süt içtim dilim yanmadı,bir yakışıklıya verdim "sevgilim" kızmadı gazeteciliği
* Ders almam ders veririm,look at the tabela ,egom şişti Türkiyem patladı liderliği
* galatasaray
* Lümpenlik
* Semizotu (hele hele pişmişi)
* Türkan Şoray konuşması"
* "Puan veya puanlar almaya geldik"
* "Konsantrem bozuldu"...Buzdolabına koysaydın o zaman cahil pe..venk
* Birleşik yazılan dahi anlamındaki "de" ler ve soru eki "mi" ler.
* "Para değil insan biriktiriyorum" Bakkal amca bana bir sigara bir ekmek verir misin al bak bu da Mahmut..biriktirmiştim ben bu lavugu zamanında
* Evrenselliği Türkiye'ye sallayarak yakalamaya çalışanlar..Goa'da elimi, doğada ..imi tutabilir misin Abidin ?
* Ortalama olan,olmakla yetinenler
* Kokteyl ve parti ortamları
* Mutsuzluğu ve yabancılaşmayı alkole boğmak
* Bunun içinde domuz eti var mı ? (uçakta) Var var..koltuğunun altında da Anaconda var...
* "Neden ben ?"
* " Yok bir de öyle deseydin/yapsaydın vir vir dir dir"

Hani bir Leo Buscaglia vardı ya ben onun !... - Bir sevme biçimi olarak nefret

Öfke de bir hitabet sanatı mıdır bilemem ama nefret bir sevme biçimi, hatta önşartıdır..Sevdiğin şeyin karşıtından ,onun düşmanından ,ona zarar vermek isteyip bu yönde çalışandan, onu tehdit edenden nefret etmezsen ,sevemezsin..Ying'siz bir Yang , Abbot'suz bir Castello hatta Uche'siz bir Hogh kadar yavan olur.Bir çocuga ya da hayvana şiddet uygulayan birinden nefret edemiyorsan eğer insanlığını sorgularım senin ya da sahte kahkahasının altından iktidarsız provakasyonlarının salyalarını akıtanlardan nefret etmezsem eger futbolun güzelliğini sevemem.Bu nedenle tutkuyla hatta sehvetle nefret ederim ben ki sevdiklerimi kana kana sevebileyim...

Bilmemkaçıncı yeni

Ayağım takıldı ve düştüm
Bir daha hiç kalkmadım
Taş haklıydı

Sinema demişken sinemayla başlayalım !

Listelere bayılırım...Zamanında Metronom'da karşık kaset doldurmakla başlayıp sonrasında Nick Hornby'nin High Fidelity'siyle devam eden ve Caos Calmo'yla taçlanan liste merakı- aslında farkettim de çok erkek işi bir şey liste yapmak nedense- ...

Alın size (aslında bana) en sevdiğim yönetmenler listesi...

1-) Charlie Chaplin.... Herkes biryana Chaplin biryana...evet biraz subyancı evet çevresindekilerin hayatını güzelleştirmemiş hayatı boyunca ama beni ilgilendirmez ben sinemasına bakacağım...
O küçük dag kulubesinde parmak uçlarına küçük patikler takıp çatallarla yaptıgı dans için....Modern Times'da çarklar arasında yaptıgı resital için..Amerika Hitler'e alkış tutarken Hynkel kılığında dünyayı poposunda sektirdiği ve böylece Adolf'un yüzüne yaşarken tükürebildiği için..The Kid'deki şefkat için...Sinemayı yapan değil yaratan olduğu için

2-) Stanley Kubrick ...Deha'nın tanımı olduğu için..Her türde "başyapt" yapabildiği için...Aynı planı milyonlarca çekip doğruyu aramaktan hiç yılmadığı için.Gebeş gülüşlü Tom Cruise'dan oyunculuk alabildiği için(Fidelio !) ...Bana herhangi bir filmi izlerken "bunu Kubrick yapsaydı ne olurdu" dedirtecek kadar kanıma girdiği için...

3-) Hitchcock .....Teknik,hınzırlık,bir türü yeniden tanımlama,bilinçaltı için..Ne tonton sapığımızsın sen Alfred abi..

4-) David Fincher ...Hollywood'dan listemize girecek tek isim...Kubrick 'in manevi oglu...Sadece Fight Club bile yeter...Bu arada Fight Club'in bazı sahnelerinde bir anlık rahatsızlık hissedeceksiniz.Orada filmi durun ve yavaş yavaş geri sarın..Sizi sürprizler bekliyor :-)
Film'den bir cümle : I haven't f..ked like this since grade school !
Bu cümle kitapta (Chuck Palahniuk'a selam olsun) nasıl biliyor musunuz : I want to have your abortion !
Bir kadının bir erkeğe söyleyebileceği en manyak cümle...

5-) Michael Haneke ... Şiddetten nefret edip ,şiddeti göstermeden bu kadar şiddetli baş döndürebildiği için..Modern sanatın belki de en önemli temsilcilerinden (sadece sinemada değil) biri olduğu için ..Orta sınıfı itin götüne sokup çıkarttığı için..Insandaki,toplumdaki,ailedeki "Buzlaşma"yı harika anlattığı için...

6-) Kim Ki Duk ... Müthiş bir şiirsellik ve tutku için...Boş Ev ve İlkbahar,Yaz,Sonbahar,Kış ve İlkbahar için...Sinematogrofi dersi için...Her seferinde agzımda bıraktıgı tatlı ekşi tat için..Fetüs pozisyonuna girip kendimi dünyaya karşı korunma hissi uyandırdığı için

7-) Krystof Kieslowski ...İnsanın tüm duygularını babamın balığın kılçığını ayıkladığı gibi zerafetle,incelikle ve özenle ayıklayıp sonra önümüze lop et gibi bıraktığı için

8-) Lars Von Trier :Manyak olduğu için..Cesur olduğu için..Savrulmaktan korkmadığı için.Self destructive olduğu için ."I'm the best director in this world.I don't think god is the best god in this world" dediği için..

9-) Woody Allen : Cesaretlerin en büyüğü olan "kendini sonuna açmayı "abarttığı için..Sadece kendisi için yaşayıp sadece kendisi için film yaptığı için..Beni güldürmeyi başardığı için..Ayna karşısında çırılçıplak soyunabildiği için.."Best about masturbation is the cuddling part after doing it" dediği için

Listeye aday A.Zyganitzsev...İkide iki yaptın koçum..Bu gidişle gireceksin listeye:-)
Türk yönetmenlerden kimseyi özellikle almadım listeye...Yoksa Reha Erdem listede olurdu sanırım..Herşey bir yana Kozmos için...

Hayırlara vesile olsun

Benim gibi , mektup arkadaşıyla,harita metod defteriyle .. ne bileyim anı defterleriyle büyüyüp kodlanmış eski kafalı bir adam daha iki sene öncesine kadar " gel çocugum şu blog neymiş bana anlat bakayım " modundayken burada ne yapar ne arar diye sorarsanız bunun nedeni beni "ne güzel yazıyorsun bunu heba etmesene " diye doldurup duranlar :-) ve teknolojik bilgi seviyesi fişi prize tak.. dvd'nin play tuşuna bas seviyesinde olan bir adama balık tutmayı öğretmeye kalkmayıp direk balık tutan Özgür Efe kardeşimdir..Yoksa ne feysbuk bilirim ne tvitir...Filmin dvd üzerinden parlayan ışıgını, kitabın kokanını ,lafın ses tonuyla sarmalananı severim...

Blog'un adı neden mi böyle..Çünkü ben bir sinema delisiyim ve son zamanlarda seyrettiğim en etkileyici film Lars von Trier'in Antichrist'i...Ancak gel gör ki Chaos Reigns daha önce alınmış..Zaten bu sanal alemde ne alınmamış ki..O yüzden alın size Chaos - forever- reigns...

Burada bol bol tutkularımı,öfkelerimi ve hezeyanlarımı yazacağım...Sinema hakkında , iş hayatı hakkında ,yaşam hakkında ,kurabiyem kızım hakkında