Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Yedinci Kıta - Haneke


Haneke üzerine yazmak ne kadar büyük bir zevkse bir filmini seçmek de o kadar büyük bir ızdırap..

Kendini tekrar etmeden aynı habis toplumsal yarayı kurcalamasını ustalıkla becermiş bir adamın filmlerinden birini çekip çıkarmak neredeyse Sophie's Choice gibi birşey.

Yedinci Kıta'yı seçmemin nedeni de o yüzden çok basit..Çünkü ilk Haneke filmi..

Toplam 5 yıl içinde çektiği, Benny's video (çoğu derin Hanekeseverin aksine fazla sevemedim.tamam anladım,takdir ettim ama sevemedim) ve 71 Fragments of a chronicle of chance (ki muhteşem ve devrimci bir filmdir ve en iyi Haneke filmleri listemde üst sıralarda yer alır) ile birlikte "Glaciation Triology" nin ilk filmi..

"Buzlaşma üçlemesi " ne mükemmel bir isim değil mi !..Haneke basitçe buzlaşmayı anlatır işte.. Haneke deyince akla şiddet gelir,rahatsızlık gelir ama aslında en büyük derdi modern toplumla, buzlaşmış ilişkilerle ,çürümüş orta sınıfladır..

Elbette şiddet her filminde vardır ama şiddeti hiç "kullanmaz"..Ona göre şiddeti göstererek şiddete vurmak bir tür pornografidir çünkü..Bunun birkaç istisnası vardır elbette ..Cache'de kesilen boğazı ve fışkıran kanı gösterdiği sahne gibi ..Funny Games'teki birkaç sahne gibi..Ama esas yaptığı şey şiddeti gösermek değil şiddeti hissettirmektir..Bu nedenle film bittiğinde şiddeti retinanızda değil karnınızda hissedersiniz ve bir sonraki Haneke filmine kadar geçmez o karın ağrısı...

Haneke'nin iyi bir filmden anladığı, cevaplar vermek değil izleyiciye sorular sordurmak ve onu düşünmeye itmek için rahatsız edici bir düzeyde provoke etmektir..İzlediği en iyi filmin Passolini'nin " Salo...Sodom'un 120 günü " olduğunu söyelemesi belki bunu çok daha net anlatır. ( bakın ben bu filmi izlemeyi 2.bölümün başında bıraktım..kimseye de tavsiye etmiyorum..isteyen "sinema nereye kadar gidebilir" diye izleyebilir midesi kaldırdığınca..)

Biliyorsunuz filmin konusunu anlatmak adetim değil..

Bu filmde "yok aslında ben böyle değilim ve olmam" duygunuza saplanan tornavidayı hissedeceksiniz..Film sırasında "durun ! " veya "neden ?" diye haykırmak isteyen burjuva ahlakçısı üstbenliğinizle "hadi devam " diye bağırmayı arzulayan sadist ilkel benliğinizin çelişkisini hissedeceksiniz..İzlemekte olduğunuz ruh vandallığına şaşıracak,üzülecek,isyan edecek,öfkelenecek,reddedecek ,sorgulayacak ve son olarak tüm bu duygularınızı kabulleneceksiniz..."Self destruction "mi "social destruction" mi daha hakim ve korkunç diye bunalacaksınız.

Bir ailenin fertlerinin birbirine yabancılaşmasını üç ayrı bardakta üç ayrı diş fırçasıyla anlatmanın basit çarpıcılığı karşısında tüyleriniz ürperecek

O nedenle alın size filmle ilgili küçük, minik lezzetler :

- Haneke filmi festivale yollarken yapımcısına şunu söyler " Seninle iddiaya girerim,üç sahnede seyirciler dışarı çıkacak : Balığın öldüğü sahne, çocuğun öldüğü sahne ve paraların üzerine sifon çekildiği sahne" Yapımcısı birinci ve ikinci sahneyi kabul eder ama üçüncü sahnede insanların çıkmayacağını savunur..

Sonuç: Haneke 1 - Çürümüş orta sınıf ahlakı 0
Burada durup sözü ustaya verelim " film sırasında insanların dışarı çıkması iyidir.bir etki yarattığımı gösterir..elbette herkesin birden çıkmasını istemem tabii. "

- Filmin müziği yoktur..Müziği kullanmayı ve filmi müziğe (aslında herhangi başka birşeye de ) yaslamayı bir zayıflık olarak görür Haneke..Ha gerekirse müziği filmde başrol oynatır o ayrı...(bkz The Piano teacher)

- Bu filmi yapmaya toplu intihar eden bir ailenin gazete haberini okuyunca karar vermiştir..Mutlak bir realisttir Haneke..

- Kamera bazen anlamsız detaylara saplanır kalır..Sanki kameraman o an dalıp gitmiş ya da büzüşüp kalmış gibi...

Yaşadığınız şeyin sapına kadar bir distopya olduğunun yüzünüze çarpılmasını istiyorsanız bu filme gidin..

Ya da seyretmeyin ve gücünüzün yetmeyeceği gerçeklikle yüzleşmenin çaresizliğinden kurtulun.

4 yorum:

  1. Career Pool Pal13 Mayıs 2010 08:51

    do you like Cohen Bros?

    YanıtlaSil
  2. evet özellikle eski filmlerini

    YanıtlaSil
  3. budur...çok güzel anlatmışsın...çünkü filmi bitireli 15 dk oldu ve aynen dediğin gibi midem hala ağrıyor...balık sekansına geri dönüp baktım, hala onları öldürmeden toparlamış olduğunu umudediyorum..yabancılaşma meselesinin anlatımında kapıların açılıp kapandığı sahneler de müthiş bence.
    modern zamanları en güzel analiz eden, insanı da bu zamana doğduğuna seyrettikçe yine yeniden, bir kez daha pişman eden üstaddır haneke...elini öpüyorum, röportajlarını filmleri kadar ilgi ile izliyorum.

    YanıtlaSil
  4. Epey zaman önce, bulunduğum şehrin merkezinde dükkanları geze dururken; gözüm bir dükkana kaydı. Aslında bu dükkan CD, film gibi .. şeyler satan küçük bir dükkandı. Dükkandaki CD’leri incelerken gözüme son zamanlarda moda olan kolleksiyon filmler takıldı. Bu kolleksiyonlar, kimi zaman oyunculara, kimi zaman da yönetmenlere göre de yapılabiliyorlar.Bu kolleksiyon filmlerin ambalajları da oldukça albenisi yüksek paketlerdir. Özellikle gözalıcı renkleri kullanarak, müşteriyi cezbetmek düsturu edinmişler ki, dolayısıyla bana göre alımı kısmende olsa artırmışlardır.
    Gözüme bir kolleksiyon takıldı. Bu kolleksiyonun ambalajı oldukça sıradandı. Ama bazen basit bir sıradanlık bile göze hitap edebilmesini bilebilebiliyor.Fazla uzatmadan, kısa zaman sonra elime bu kolleksiyonu aldım. Satıcının bana dediğine göre bu kolleksiyon, 5 filmden oluşuyor. Zaten anladığım kadarıyla bu yönetmen 5 film çekmiş. Bu kolleksiyonun oluşturulmasına neden olan isim Michael Haneke . Bu zat Alman bir yönetmen olup, bütün filmlerini Almanca çekip, diğer dilleri altyazı şeklinde filmlerinin altına yerleştirmiş.Kolleksiyon hatırladığım kadarıyla, aşk, 7. kıta,Benny’nin videosu, ölümcül oyunlar ki bu anladığım kadarıyla iki farklı zamanda çekilen iki değişik versiyondan oluşuyor.Bu kolleksiyonu satın alır almaz evimin yolunu tuttum. Başladım seyretmeye. Seyretmem CD sırasına göre olmadı. Ben önce 7.Kıta’dan başladım.
    Bence bu Alman yönetmen oldukça dahi bir yönetmen.Oldukça da milliyetçi bir yönetmen. Çünkü mü, filmlerinde almanca konuşulup, diğer diller alt yazı şeklinde seçenek olarak sunulmuş.
    Filmin konusuda özetle ,20 yıl öncesinde Almanya’da yaşamış kalbürüstü diyebileceğimiz bir aileyi anlatıyor. Karekterler okadar abartısız biçimde rollerinin hakkını veriyorlar ki, gerçeğinden ayırtedilmiyorlar. Bu ailenin dışında ki insanlarda bana göre sıradan gerçek hayatdan seçilmiş gibiler. Sanki filmi izlediğimde kendimi o yıllara ait gibi hissetdim. Konuyu abartısız olarak okadar iyi saklamış ki , en sonunda bir aile dramı karşımıza çıkıyor. Heşey normal gibi görünen aile filmin sonlarına doğru intihar ediyorlar. Film daha doğrusu , intihar olgusunu da okadar güzel ifade etmiş ki, sürü psikolojisini filmle birlikte tekrar anmadan edemedim. İntihar eden önce çocuk, daha doğrusu anne ona zehirli süt içiriyor. Çocuk ölüyor. Baba duvara ölüm tarihini yazıyor. Sonra aynı zehirden anne alıyor. Anne ölüyor. Duvara baba ölüm tarihini yazıyor. En son baba ölüyor. Olay tamamlanıyor. Birde bana ilginç gelen , ölmeden önce bütün eşyaları tek tek kırmaları. Hatta okadar abarttılar ki fotoğraflarını bile yırttılar. Tüm bunları düşüne dururken, filmin sonunda, gerçek hayatda yaşanmış diye bir ibare çıkıyor. Oysa bende ne güzel kurgu diyordum kendi kendime...
    Ben bu filmden ne anladım faslına gelince, ahlaksal çöküş, ve yalnızlığın toplumları ayakta tutan bireylerde çok önemli negatif faktörler olduğunu kavradım. Toplumları çökertmek için önce bireylerin ahlakını elinden alarak onları yalnızlaştırırız. Böylece aitlik duygusunu yitiren birey, toplumları çöküşe uğratan bir canlı bomba gibi karşımıza çıkar.Bu anlamda hayatın gizli yönlerini anlamamızı sağlayan güzel bir film olmuş.İLKSEN BAHŞİ

    YanıtlaSil