Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Ocak 2012 Salı

Torino Atı - Let there be dark


Tanrı dünyayı 6 günde yaratip ,7.günde dinlenirken; Macar sinema tanrısı Bela Tarr dünyayı 6 günde yok edip üstüne zihinlerimizi 7.gün tembelliginden mahrum ediyor

Tanrının ölümünü muştulayan Nietszche'nin karşısına sakat,dermansız,çaresiz bir tanrı koyuyor

Bu tüm zamanların en tüyler ürpertici, en minimalist, en biçimci ,en sanatsal, en derin kıyamet filminde,
Tanrının,dünyanın,insanlığın ölümünü,
daha doğrusu intiharını izliyoruz..
Sırasıyla tahtakurtları,su,at,ışık intihar ediyor
Sonra insan ve en sonra da tanrı..

Ve son filmi olmasi bağlamında belki de Bela Tarr sinemasının görkemli intihari..

Öte yandan yalın bir hiçlikte yaşayan insanların dayanılmazlığı...
Anadolu'da seyahat ederken dağ başında "hiç"liğin ortasında konuşlanmış bir iki ev gördüğümde onların yaşamlarını düşünüp hep korkmuş ve ürpermişimdir.
İşte bu hiçlikte,bu yalnızlikta,bu monotonlukta yaşanıp biten binlerce yaşam var ve bunu sinemada 2.5 saat izlemeye bile tahammül edemiyoruz

Torino Atı o kadar eşsiz bir film ki mükemmel tekniğine bile çok kafa yoramıyor insan.Oysa ne büyük haksızlık..
Ruzgar'ı Tarkovski'den bile iyi "oynatıp" beni sadece kışın ikinci kere seyrederken değil baharda sımsıcak sinemada bile üşüten, patates soyulurken her defasında elimi yakan bir film.

Kameranın o rutini sürekli başka açıdan yakalaması,filmin bir karakteri haline gelen müzik, atın da kendisi, pencereden dışarı bakış,evden kuyuya çıkış sahneleri...

Kameranın ,sinemanın her türlü tekniğini neredeyse bir mikrocerrahi ustalığıyla kullanıp hiç birini kullanmamış duygusu yaratacak saflığa ulaşmış bir ustalıkla yapılan bu film sadece Bela Tarr'ın son filmi olmayacak.

Bu bildiğimiz anlamıyla sinemanın da sonu.

Torino Atı'ndan sonra sadece sinema değil seyreden her şanslı insan da farklı birşeye dönüşecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder